Merhabalar ^^ Bu bölümde Leyla'yla Alex birbirlerini daha yakından tanırken bir de bir misafirimiz var. İyi okumalar :)Venüs'ü Pınar'da bırakmıştım, onun Leyla'la bir alakası yoktu. Pınar'dan dolayı Venüs'ü çok iyi tanıdığımı düşünüyordum ama yine Pınar'dan dolayı Venüs'le hiçbir alakam olmadığı da belliydi. Alex'e Venüs'le ilgili bilmediği ne anlatabilirdim ki? Nitekim kurduğum son cümle üzerine o da öylece suratıma bakıp kalmıştı. Çenemi tutamayıp söylediğim şeyin anlamını ben bile içimde tartışıyordum. Çoğu zaman olduğu gibi patavatsızlık yapıyordum muhtemelen. Patavatsızlık benim hayatım için bir lükstü oysa...
"Şaka yapıyorum," diye geçiştirdim. "Sanatla aram çok iyi sayılmaz. Üniversitede seçmeli olarak aldığım sanat tarihi derslerinde anladım ki eserleri anlamak, yorumlamak gibi bir yeteneğim yok. Sana Venüs'ü anlatacak dünya üzerindeki son kişi olabilirim."
Bana anlayışla gülümseyip "Bu konuyu konuşmaya devam etmek isterim ama korkarım ki biraz daha bu ıslak kıyafetlerle kalırsanız hasta olacaksınız," dedi. "Sizin için kuru bir şeyler bulayım."
Sırılsıklam bir vaziyette dükkanın önünde durduğum için etrafımda küçük bir su birikintisi oluşturduğumu yeni fark ediyordum. Kurduğum tuhaf cümlenin etkisiyle kızarınca ne kadar üşüdüğümü fark etmemiştim, oysaki üşümekten omuzlarım titriyordu. O an neden burada olduğumu sorguladım. Zaten saçlarımın dibine kadar ıslanmıştım. Eve koşarak gitsem de bir fark yaratmazdı. Hangi akla hizmet buraya gelmiştim ki? Hep o şarkı yüzünden oldu. Tabii bir de Sofia'nın sözleri...
"Siz hiç uğraşmayın lütfen. Ben eve gideyim. Zaten yeterince ıslandım, biraz daha ıslanmanın bundan daha fazla bir zararı olmaz. Yine de şemsiyeniz varsa hayır demem."
Tam o anda benim sözlerime cevap olacak şekilde bir gök gürültüsü duyuldu.
"Emin misiniz?" diye sordu.
Bir şimşek daha çakıp ortalığı aydınlatınca "Artık pek de emin değilim." diye itiraf ettim.
"Ben size temiz kıyafet bulayım," deyip dükkanın içine doğru ilerledi. Birkaç dakika sonra ise geri geldi. "Sizin için çamaşır makinesinde yanlışlıkla sıcakta yıkayarak çektirdiğim pijamaları çıkardım. Yine bol olacaktır ama en azından kurular. Bir de yanına battaniye koydum. Size yolu göstereyim, rahatça giyinin."
Küçük dükkanın içinde onu takıp ettim ve önceden depo kapısı sandığım kapının bir merdivene açıldığını gördüm. Benim için kapıyı açtı.
"Bu merdiven evime çıkıyor," Anahtarı bana uzattı. "Bu da kapının anahtarı, buyurun."
Mahçup bir şekilde "Evinizi biraz ıslatacağım gibi görünüyor." dedim.
"Sorun değil, çok da düzgün bir ev sayılmaz zaten."
Merdivenleri çıkıp koridorun sonundaki kapıya ulaşıp açtığımda Alex'in haksız olduğunu gördüm. Evet, ev dediği şey neredeyse bir odadan ibaretti ama derli toplu sayılırdı. Köşede küçük bir mutfak vardı. Mutfağı odaya bağlayan kısımda üzerinde dizüstü bilgisayarın durduğu ama aynı zamanda yemek de yediğini tahmin ettiğim iki sandalyeli bir masa duruyordu. Masanın biraz ilerisinde iki kişilik bir koltuk, bir sehpa ve küçük bir televizyon vardı. Koltuğun yanında, televizyonu görebilecek şekilde bir de geniş bir yatak duruyordu. Evin geri kalanında ise sadece banyoya ve Alex'in kıyafetlerini koyduğu büyük bir dolaba yer kalmıştı. Kutu gibiydi, toplama eşyalarla dekore edilmişti ama yine de güzeldi. Galiba böyle düşünmemin sebebi duvarlardaki tablolardı. Tabloları uzunca incelemeye vakit bulamasam da bunların Alex'in okul zamanında yaptığı çizimler ve resimler olduğunu tahmin ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leto'nun Adası - Denizin Yuttuğu Ev III
Fiction généraleO anda Pınar Feridun öldü. Ölmek zorundaydı. Pınar böyle yaşayamazdı. 'Pınar öldü ama merak etme, tekrar doğacaksın.' dedi babaannem. Kağıt üstünde ölüydüm. Ama bedenim ve ruhum canlıydı. Yaşadığımın farkına ise ancak onunla tanıştıktan sonra var...