22. Danaë ve Kehanetler

100 15 0
                                    


Merhabalar!!! Bir önceki bölümü paylaşırken çok laf kalabalığı yapmışım, bu yüzden şu an onu telafi ederek pek bir şey demeden sizi bölümle baş başa bırakıyorum. Yukarıya Gustav Klimt'in Danaë tablosunu bırakıyorum. İyi okumalar ^^


NİSAN 2010

Doktora gitmiştim. Altı haftalıktı. Her şey yolunda görünüyordu. Annemse muayene için değil, kürtaj için randevu almam konusunda baskı yapıp duruyordu. Onu geçiştiriyordum. Hâlâ hamile olduğumu öğrendiğim gece tavanda beliren o gölge oyununun peşindeydim.

Dokunabilecekmişim kadar gerçekti bu hayal. Üstelik... duymuştum da! Doktor bana kalp atışlarını dinletmişti. Bu kadar minicikken kalbinin atması ve benim karnımda benden can buluyor olması çok tuhaftı. Bundan da tuhafı karnımda minicik, tam olarak bebek bile olmayan, hissedemeyen bir fetüsün olması bir şekilde kendimi o kadar da yalnız hissetmememe neden oluyordu. Muhtemelen uyanık gördüğüm o rüyanın etkisiydi bütün bu hisler. Duygu durumumu hormonal değişikliklere yormak da mümkündü.

Tuhaf hissediyordum, farklı hissediyordum. Hatta güçlü hissediyordum. Kadınlara bahşedilen bu can verme yetisi yüzyıllardır gelmiş geçmiş bütün medeniyetleri büyülediği ve şaşırttığı gibi bende de aynı etkileri yaratıyordu. Ruhumda daha önce farkına varmadığım bir güç kırıntısının filizlendiğini hissediyordum. Annem de beni öğrendiğinde böyle mi hissetmişti acaba?

Doktordan çıktıktan sonra bu hülyalı ruh hâlinden bir süre daha kurtulamadım. Sonra ilk aklıma gelen şey Sami'ye nasıl söyleyeceğim oldu. Her koşulda yanımda olacağını düşünüyordum ama onun da gerçekten bunu gönülden istemesini diliyordum. Bana olan hayranlığı yanımda duracak olmasının garantisiydi ama gerçekten baba olmayı istemesi daha da önemliydi. Annemin aksine benim önceliğim hiçbir zaman bebeğin babası olmayacaktı. Sami'ye deli divane tutkun değildim nasıl olsa. Bu da benim garantimdi. Önceliğim çocuğum olacaktı ve bu yüzden en çok Sami'nin her şeyden öte iyi bir baba olmasını istiyordum. Bütün bunları düşünmek için erkendi belki, hamileliğin daha erken bir dönemiydi. Her şey mümkündü. Ama içimden bir ses, belki de ailemizin kadınlarının kaderini yaşadığımı düşünerek, bir şekilde bu bebeğin doğacağını söylüyordu. O değişim hissi içimde yeşermişti bir kere. Her şey değişecekti. Yanılma payı bırakmaksızın hissedebiliyordum bunu.

Bütün bu hislere güvenerek çok da vakit kaybetmeden Sami'ye hamile olduğumu söylemek istiyordum. Annem beni sıkıştırıp duruyordu, o yüzden Sami'nin de bir an önce öğrenmesiyle harekete geçmem gerekiyordu. Neyse ki Helen'in doğum günümde bayılmasından sonra babaannem kibarca "biraz uzak kalmamızın iyi olacağını" belirterek bizi evden kovmuştu da annem kendi ailesi tarafından ona verilen tek şey olan Nişantaşı'ndaki apartman dairesini dekore etmekle meşguldü. Bu işi de bayağı sevdiği için bütün ilgisini bana baskı kurmaya yöneltemiyordu.

Ben de annemin mutfak dolaplarını söktürdüğü gün fırsat yaratıp Sami'yi aradım ve ona bir an önce konuşmamız gerektiğini, hatta vermemiz gereken çok önemli bir karar olduğunu söyledim. Sami beni şaşırtmayarak on beş dakika sonra Nişantaşı'ndaki apartmanın önünde bitti. Annemden gizli dışarı çıktım ve Sami'nin arabasına bindim. Sami endişeliydi. Beni görür görmez "Ne kararı, Pınar? Ne oldu?" diye sordu panikle.

Sakince konuşabileceğimiz bir yere gittik. Çok da uzatmadan, lafı allayıp pullamadan dosdoğru söyleyiverdim: "Hamileyim."

Önce idrak etmek istiyormuşçasına durdu, sonra gözleri açıldı ve kaşları havaya kalktı. Bir anda sırıtmaya başladı ve adeta bir zafer coşkusuyla beni kucakladı!

Leto'nun Adası - Denizin Yuttuğu Ev IIIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin