Asırlar geçmeden yeni bölüm yayınlayabilmenin mutluluğuyla merhabalar... Bugünden sonra, yani aslında 24 saatten daha az bir zaman kaldı, benim için daha yoğun bir dönem başlayacak. Her anlamda... O yüzden başlamadan yeni bölümü atıp aradan çıkarmak istedim.
Biraz bundan da bahsetmek istiyorum çünkü Denizin Yuttuğu Ev'den bu yana aramızda bir hukuk oluştu diye düşünüyorum. Hiçbir zaman karakterlerde kendimi anlatmak, kendimi aralarına yerleştirmek gibi bir şey yapmadım ama hepsi benim elimden ve zihnimden çıkıyor sonuçta. Satır aralarında bir yerlerde farkında olmadan benim en derin korkularımı, en büyük hayallerimi de okumuş oldunuz. Yazı yazmanın en sevdiğim yanlarından biri de bu.
Dediğim gibi, hayatımın yeni bir dönemi başlayacak ve bunun için çok çabaladım. Önce hayalimdi, sonra gerçek oldu. Bir yerde okumuştum ama nerede inanın hatırlamıyorum... Hayalinizin gerçek olmaması kadar kötü tek bir şey vardır. O da hayalinizin gerçek olması... ve o hayale kendini ait hissetmediğini fark etmek. Hayalle gerçeğin birleştiği o noktada insan çok korkuyor. Sahneye ilk kez adım atan Helen gibi hissediyorum kendimi. Tek fark, Helen'in başına gelen her şeyi ben planladım, ben yazdım, ben kontrol ettim. (Yazı yazmakla ilgili en çok sevdiğim şey ise bu, hem hissetmek, hem akışa uyum sağlamak, hem de hep dümenin başında olmak...) Şimdiyse belirsizlik -ve daha bir sürü şey- altında ezilmemek adına çabalıyorum. Ama galiba hayat böyle bir şey ve ne kadar çabuk kabullenirsek o kadar iyi olur.
Bu arada, aslında ÇOK GÜZEL bir şeyden bahsediyorum ama işte sevgili Yekta'nın da dediği gibi aptalca olmayan hiçbir şeyin güzel olmadığı gibi, güzel olan çoğu şeye sahip olmak da beraberinde korkularla gelir. Özellikle benim için... Korktuğum çok fazla şey var ama bu atmak istediğim, atmak zorunda olduğum bir adım. Başka türlü bir hayat düşledim. Ve yarın bu hayatın ilk günü.
Bu bölümü geçtiğimiz Mart ayında yazmaya başlamışım. Yazarken o dönem çabaladığım ve bu bölümü yazıp bitirmekten beni alıkoyan şeyin sonuç vereceğini ve bugün burada bu satırları yazacak olduğumu bilsem mutluluktan delirirdim. (İleride bu yazdıklarımı okuduğumda da benzer hisler yaşamayı umut ediyorum.) Ve ilginç bir şekilde tam bu bölümü -içinde Başka Türlü Bir Şey geçen ve Pınar'ın başka türlü bir hayatın var olabileceğini düşündüğü, Alex'in en büyük sırrını anlattığı bu bölümü- paylaşmak bugüne, bu zaman dilimine denk geldi.
Daha da uzatmadan, yani beni okumaya gelmediniz, sadede geleyim... içinizden bana şans dileyin, n'olur!
Son olarak, yukarı eklediğim kapak resmi: Felix Vallotton, Sunset, 1913.
İyi okumalar ^.^
14 NİSAN 2010
Annem beni zorla süsleyip püsleyip salona kadar getirmişti. Dediklerini yapmıştım. Hem hâlim olmadığından, hem de annemin sürdüğü baharatlı yoğun parfüm midemi bulandırdığından beynim uyuşmuştu. Doğum günümdü, canım ailem bana parti hazırlıyordu ve benden beklendiği üzere mutlu ve güzel olmalıydım. Aslında Sami'yle tamamen başka bir plan yapmıştık ama Sami'nin adını her duyduğunda kaşlarını çatan annem şiddetle karşı çıkmış ve doğum günümü ailemle geçirmezsem babaannemin çok üzüleceğini söylemişti. Bence babaannemin umurunda olmazdı. Babaannem dedemin doğum günü olan 13 Nisan'ı umursar, bütün günü özlemle geçirir ve ertesi güne de enerjisi kalmazdı. Bu hep böyle olmuştu, yirmi ikinci doğum günümde de böyle olacaktı. Yine de annemle inatlaşmaya gerek görmedim. Dedim ya, hâlim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leto'nun Adası - Denizin Yuttuğu Ev III
General FictionO anda Pınar Feridun öldü. Ölmek zorundaydı. Pınar böyle yaşayamazdı. 'Pınar öldü ama merak etme, tekrar doğacaksın.' dedi babaannem. Kağıt üstünde ölüydüm. Ama bedenim ve ruhum canlıydı. Yaşadığımın farkına ise ancak onunla tanıştıktan sonra var...