HAZİRAN 2018
"İşte böyle... Sen beni dinledin, şimdi dinleme sırası bende. Haydi, anlat..."
"Az çok biliyorsun zaten."
"Üstünkörü biliyorum, evet. Ama senden dinlemekle aynı şey olamaz. Seni daha iyi tanımak istiyorum, Pınar. Veya Leyla mı dememi istersin?"
"İnan, hiç fark etmez. En azından artık fark etmez," dedim Helen'e. Sonra da "Aslında o kadar çok şey var ki sana anlatmak istediğim... Sadece nereden başlayacağımı bilemiyorum." diye itiraf ettim.
"İstediğin yerden başlayabilirsin. Ne kadar sürerse sürsün, ben dinlerim."
Gülümsedim. "O zaman ben düşünürken bize bir kahve yapayım. Veya çay mı tercih edersin?"
"Normalde olsa çay derdim ama madem konuşacağımız çok şey var ve başlamak en zor kısmı bu gecelik kahve olsun."
Çoktan evdeki herkesin uyuduğunu bilmeme rağmen ayağa kalkıp mutfak kapısından salona doğru bir bakış attım. Sonra da Helen'e dönüp "Kahve içtiğimi Alex'e söyleme lütfen. Zaten bol sütlü yapacağım." dedim.
"Söylemem, merak etme. Benimkine de süt koyarsan çok sevinirim. Sana yardım etmemi ister misin?"
Helen ayaklanıp mutfak tezgahının yanına geldiği için "İstiyorsan sütü ısıtabilirsin," dedim. "Ben de bizim için kek dilimleyeyim."
"Gecenin bu vaktinde yemesek iyi olur ama hayır diyemeyeceğim."
"Göz önünde biri olarak formuna dikkat ediyorsun tabii, çok haklısın. Ben de dikkat etsem iyi olacak." dedikten sonra geceliğimin pek de saklayamadığı göbeğime baktım.
"Saçmalama, sen yeni doğum yapmış birine göre çok iyi görünüyorsun zaten."
Sırf sessizlik olmasın diye "Bir hafta ancak oldu ama altı kilo verdim. Tabii bir o kadar daha gitmesi lazım," diye konuştum. Halbuki şu anda kilom umurumda olan en son şey bile değildi. "Mavi doğduktan sonra bir ayda eski halime dönmüştüm ama bu sefer daha çok kilo aldım. Tabii o zamanlar yanımda benimle sürekli ilgilenen bir Alex yoktu."
Keşke olsaydı...
"Yaaa..." deyip gülümsedi Helen. "Sana çok değer verdiği her hâlinden belli."
"Ben de ona..." dedim kekleri tabağa yerleştirirken. "Bu arada birazdan süt taşacak."
Helen "Ay, pardon!" deyip ocağın altını daha çok açtı. Hemen gidip kapattım. Helen biraz da utanarak "Tanrım, mutfakta gerçekten berbatım!" dedi. "Bir keresinde omlet yaparken peynir yerine tereyağı koyduğumu bile fark etmemiştim. Şimdi ise bir sütü bile kaynatamadım. Sen de bunu Yekta'ya söylemezsen gerçekten sevinirim."
"Anladığım kadarıyla evde yemekleri o yapıyor? Gerçi sizin yemeklerinizi yapacak birileri mutlaka vardır."
Helen başını iki yana salladı. "Genelde işlerin çok yoğun olduğu dönemler hariç Yekta yapıyor, iki kişiyiz sonuçta. Ben yardım etmek istediğimde beni asla mutfağa sokmuyor çünkü bu işini daha çok zorlaştırıyormuş."
"Biz de Alex'le beraber yapıyoruz." dedim kahvelerin üzerine süt ekleyip karıştırırken.
"Bir de patisserie var. Yemek yapmaktan bunalmıyor musun? Mutfak stresli bir yer sonuçta. En azından benim için..."
Kek tabağını ve kahveleri mutfak masasının üstüne koydum.
"Çok bunaldığım söylenemez. Seviyorum yemek yapmayı, özellikle mevzubahis tatlı oldu mu bayılıyorum..."
Masaya geçip oturdum, Helen'e de oturmasını işaret ettim. Mutfak masamız hemen pencerenin kenarındaydı. Buraya rahat bir sedir koymuştuk. Geceleri burada oturup çayımı yudumlarken dışarıyı seyretmeyi çok seviyordum. Mavi de yemek yerken her ne kadar yapmamasını bin kez söylesem de bağdaş kurup oturmayı çok seviyordu.
Helen de "Ne güzel bir masa takımı böyle!" dedi yanıma geçip otururken.
"Sediri sonradan ekledik ama ben de çok seviyorum. Bazı günler mutfaktan çıkmıyoruz bile..."
"Senin yemek yapmayı bu kadar çok sevebileceğini hiç düşünmezdim!"
Gülümseyerek "İnan, ben de!" dedim. "Ama... çok yardımı oldu, gerçekten. Uzun bir süre kendimi iyi hissettiğim tek yer mutfaktı."
Helen ne diyeceğini bilemiyormuş gibi kahve fincanının arkasına saklandı ve başını salladı. Ben de onun işini kolaylaştırıp konuşmaya devam ettim.
"Belki de bu yüzden evin en çok özendiğim kısmı mutfak..."
"Eviniz gerçekten çok güzel... Bunu kibarlık olsun diye söylemiyorum, inan. Burası yaşayan bir ev. Muhtemelen her köşesinde siz varsınız."
"İlk geldiğimde böyle değildi. O zamanlar nefret etmiştim buradan. Beyaz duvarlar üzerime üzerime geliyordu, sıvalar dökülüyordu. Bir harabenin içindeymiş gibi hissetmiştim. Zamana yayılan bir tamirat yaptırdık, tekrar boyadık. Daha küçüktü, zamanla genişlettik. Ama haklısın. Ev de bizimle birlikte büyüdü, yaşadı."
Helen bana değil, pencereden dışarı bakarak "Yalı gibi..." diye mırıldandı.
Zorlukla yutkundum. Bunu daha önce fark etmemiştim. "Babaannemle dedemin tamir ettiği ve tekrar ayağa kaldırdığı gibi..." diye mırıldandım. Sonra da "Tabii burasının yalıyla olan tek benzerliği denize yakın olması. Bak, şu iki evin arasından minik bir nokta gibi görünüyor." diye dalgaya almaya çalıştım.
Helen dışarı baksa da gecenin karanlığından dolayı pek bir şey göremedi. Gerçi hava aydınlık olsaydı da görüp göreceği beyaz evler arasından parıldayan incecik bir çizgiydi.
Aramızda Helen'in denizi görmeye çalışırmış gibi dışarı baktığı, benimse kahvemi yudumladığım bir sessizlik oldu.
En sonunda Helen kaçıncı kez olduğunu bilmesem de yine "Seni böyle bulacağımı hiç düşünmemiştim..." dedi.
"Yalnız olacağımı mı düşünmüştün?" diye sordum, böyle düşündüğüne emin olmama rağmen.
"Neden bilmiyorum ama galiba..."
Omuzlarımı silktim ve "Bu gayet anlaşılabilir," dedim. "Çünkü ben de yalnız olacağımı düşünmüştüm. Sadece ben ve oğlum... Sonsuza dek. Ama sonra... onunla tanıştım. Ve hayatımdaki her şey birer birer değişmeye başladı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leto'nun Adası - Denizin Yuttuğu Ev III
Fiksi UmumO anda Pınar Feridun öldü. Ölmek zorundaydı. Pınar böyle yaşayamazdı. 'Pınar öldü ama merak etme, tekrar doğacaksın.' dedi babaannem. Kağıt üstünde ölüydüm. Ama bedenim ve ruhum canlıydı. Yaşadığımın farkına ise ancak onunla tanıştıktan sonra var...