Merhabalar! Gerçek bir yaz kurgusu olan Leto'nun Adası'na kocaman yaz mevsiminde yalnızca iki bölüm atmam konusunda... üzgünüm :))) Sadece uzun süre yazamadım ve panikledim. Şimdi biraz daha kontrol altına aldım gibi, neyse ki.
Geçen bölüm Pınar ve Yekta'nın katıldığı ilk şarkı yarışmasıyla başlamıştı ve gecenin sonunda Pınar babaannesini aramıştı. Bu bölüm de oradan devam ediyor. Hatta Pınar'la Olcay'ın ortak bir anı paylaştığını da görmüştük.
Hah... Olcay demişkeeen :) Buraya da yazayım, belki görmüşsünüzdür, Denizin Yuttuğu Ev'den Hikayeler başlığı altında bir bölüm paylaştım. Bence çok tatlı bir hikaye oldu. En başından itibaren Olcay'la Berk'in yaşadıklarına odaklanıyor. Helen'in, Yekta'nın ve Pınar'ın da içinde olduğu daha önce görmediğimiz sahneler de var. Merak ederseniz göz atabilirsiniz. Hatta bence atın hahah... O hikaye sayesinde aylardır yazamayan ben üç haftada 64 sayfa yazdım, sonra tekrar açıldım. Olcay'la Berk beni kurtardı diyebilirim. Ah Olcay'ım, tatlı çöreğim ve Berk'im, acıbadem kurabiyem... Bu arada fark ettiyseniz hikayeler dedim, daha sonrasında farklı karakterlere odaklanan tek bölümlük hikayeler paylaşma planım da var ama henüz ortada yazılmış bir şey yok. Sadece... plan. Bazen bazı hikayeleri ana kurguya sığdıramıyorum, özellikle yan karakterlerin gelip her şeyi detayıyla anlatması pek de gerçekçi olmuyor. Ben de dedim hikayeler içimde kalmasın bari. Bakalım, inşallah yazabilirim. Uzun lafın kısası, Denizin Yuttuğu Ev evrenine giriş var, çıkış yok.
Her neyse... İyi okumalar!
MAYIS 2006
Babaannem yarım saate kalmadan yanımdaydı. Arabaya binince bana baktı ve hafifçe omuzlarımdan tutup "İyi misin, Pınar?" diye sordu.
Başımı salladım ama ben de babaannem de iyi olmadığımı biliyorduk. Babaannemin sorusu zaten fiziksel olarak iyi olup olmamamla ilgiliydi ve ben de tek parçaydım. Arabanın içindeki loş ışık sayesinde parlayan gözyaşlarımı gören babaannem çantasından bir mendil çıkarıp uzattı.
Ben gözlerimi kurularken şoför koltuğundaki Şükrü Amca "Efendim, her şey yolunda mı?" diye sordu.
Babaannem "Evet, sen ilerle Şükrü." diye kısaca cevap verdi.
Arabada bundan sonra hiçbir şey konuşmadık. Yalıya ulaşana kadar benim camdan dışarıyı, babaannemin de beni izlediği bir sessizlik oldu. Şükrü Amca arabayı park ettiğinde önce babaannem arabadan aşağı indi, sonra da ben.
Bir anda babaannemin "Senin yine ne işin var orada?" diye bağırdığını duydum.
Üzerime alındığım birkaç saniye boyunca saf saf babaanneme baktım ama ancak sonra onun bakışlarının yalının balkonuna yönelmiş olduğunu fark ettim.
Helen.
Yine balkonun tırabzanlarının üzerine oturmuş ayaklarını sallandırıyordu!
Helen pişkin pişkin "Hava alıyordum, babaanne." dedi. Babaannemin yanında benim olduğumu fark ettiğindeyse belirgin şekilde yüzünü ekşitti.
"Böyle hava mı alınır? Dama tünemiş kedi gibi! Bir gün," Babaannem güçlükle yutkundu. "bir gün düşüp kalacaksın, Helen! Geç içeri!"
Omuzlarını silkip "Bir şey olmaz." diye mırıldanan Helen yine de babaannemin sözünü dinledi ve balkon kapısından odasına geri döndü.
Babaannem hızını alamayıp arkasından sinirle "Aptal!" dedi.
O an bunu sorguladım. Aptallık mıydı yaptığı sahiden? Yoksa aslında çok zeki ve gaddar mıydı? Öyle ya, babaannemin kızı -bizim de halamız- kendini uçurumdan aşağı atarak öldürmüştü. Onu, babaannemin kırk yılda bir de olsa ona seslenirken Sıla dediği Helen'i, böyle görmek babaanneme ne hissettiriyordu? Helen bunu düşünemeyecek kadar aptal mıydı? Yoksa kendisine uygulanan muamelenin intikamını zekice ve gaddarca böyle mi alıyordu? Giderek halama benzediğinin altını çizerek... Bir gün babaannem ve Helen kendilerini halamın kendini aşağı attığı uçurumun başında bulacaklar mıydı? Yoksa bütün bunlar kusursuzca kurgulanmış bir blöf müydü? Ya da içten içe evin içindeki Külkedisi rolünü bütün kalbiyle benimsemiş olan Helen içine zorla girdiği bu masalın sonunu mutlu bir şekilde mi getirecekti? Külkedisi olsa da, kendini zorlama bir masalın içine soksa da en azından Helen kendini bir şekilde bir şeylerin başrolü yapmayı başarmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leto'nun Adası - Denizin Yuttuğu Ev III
Ficción GeneralO anda Pınar Feridun öldü. Ölmek zorundaydı. Pınar böyle yaşayamazdı. 'Pınar öldü ama merak etme, tekrar doğacaksın.' dedi babaannem. Kağıt üstünde ölüydüm. Ama bedenim ve ruhum canlıydı. Yaşadığımın farkına ise ancak onunla tanıştıktan sonra var...