Birkaç saat önce okuyormuş taklidi yaptığı kitabını avuçları arasında tutarken gözlerini kelimelerde gezdiriyor ve bir yandan da parmağıyla takip ederek kendisine ne kadar güvenmediğini adeta ispatlıyordu.
Odasına kadar gelen doktoru kontrolden sonra uğurlarken pencereden etrafı kontrol etmiş, karanlık ve fırtınalı olduğunu görmüştü. Pencerenin aralıklarından, kapının altından sızan soğuk rüzgar ince giysilerinin altından tenini üşütürken titrese bile okumakta olduğu bölümü bitirene kadar dayanmakta ısrarcıydı. Koltuğunun hemen arkasındaki uzun konsolun üzerinde daha birkaç gün önce yenileri konulan devasa mumların ışığı altında mayışırken bölümün sonunu gördüğü gibi kuruttuğu gülü kaldığı sayfanın arasına koyarak yerinden kalktı. Yatağının yanındaki komidindeki mum hariç kalanların hepsini tek tek üfleyerek söndürdü. Bundan çocuksu bir zevk almıştı. Tam da bu yüzden kızdı kendine.
Yorganını kaldırıp soğuk çarşafa sırtını yasladı. Üflemek için büzdüğü dudaklarını ısırdı. Çocuk olmamıştı hiçbir zaman. Daha doğrusu çocukluğunu yaşayamamıştı, yaşatılmamıştı. Şimdi kocaman bir adam olmuşken yaşayamadığı çocukluğunu yaşamak için çok geçti. Bu hevesi içine gömmek için canla başla derin bir kuyu kazmaya başladı hemen orada, o gece. Fakat gücü yetmedi. Aslında gerçeğini isterseniz yeterince derin kazmadığını bahane ederek sıkıca sarıldı çocukluğuna. Henüz gömmekte kararlı değildi. Aceleci kararlarından birçok kez pişman olmuştu. Yeni bir pişmanlığı daha sırtlanmaya korktu.
İçli bir nefes çekti. Bu onun da ön sırada olacağı ilk seferdi. Elbetteki sık sık siyasi evlilikler yaşanmıyordu ve o reşit olduğundan beri bu ilkti. Yatakta döndü durdu. Yalnızlığı üstüne kar olup yağdı. Burnu sızladı, çarşafa iki damla gözyaşı ardı ardına düştü. Hemen toparlandı. Düşmeye zamanı da hakkı da yoktu. Üvey kardeşlerinin aksine onunla ilgilenecek bir annesi ya da öz kardeşi yoktu. Güçlü olmak zorundaydı. Hatta diğerlerine göre çok daha güçlü olmak zorundaydı.
Yüzüne düşen tutamları kenara iterken uykusu dağılmıştı. Yerinden doğrulup oturur pozisyona geldi. Yatağının ahşap başlığına tutunarak başını arkasındaki pencereye doğru uzattı. Yüzüne doğru esen rüzgarı, uğultusunu, rüzgarla sürüklenen yaprakların şırıltısını duydu. İçi dinginleşti. Başını gökyüzüne doğrulttu hemen. Bulutluydu. Annesi yerine koyduğu o parlak yıldızı, kuzey yıldızını görememek içini burktu. Oysa şimdi ne çok ihtiyacı vardı onu görmeye, delirmiş gibi bir yıldıza endişelerini anlatmaya...
Yolunda gitmeyen şeylere bildiği iki üç küfürü mırıldanırken dışarıya bakmaktan vazgeçti. Yatağına gelen soğuğu kesmesi için, bulutların annesini gizleyişi görmemek için perdesini hızlıca çekti. Yatağının içine girip yorganı burnuna kadar çekti. Uyumak için bir ninni mırıldanmaya başladı. Göğsünde bir sancı başladı ve ne zamandır hissetmediği kadar kötü hissetti. Öksüzlüğü ve yaşadığı diğer her şey bir yana şimdi bir de dalgaların ona taşıdığı bir bilinmezlik vardı. Kimdi, nasıl biriydi, nasıl görünüyordu, kendisini mi seçecekti ve hatta dahası hakkında bilgi sahibi olmadığı o sözleşme sorunsuzca imzalanabilecek miydi? Bilinmezlikler kafasında tek tek soru işaretleri yaratırken bundan memnun kaldı. Garip gözükse bile o, hiç değilse asla çözemeyeceği sorunları düşünüp zihnini kirletmediğine seviniyordu. Hile, ahlaksızlık ve yalanlar... üvey ablasının başına örebileceği çorabı düşünürse sabaha çıkmadan kendini kemirir, bitirirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kayıplar ve yaralar | chanlix
FanfictionPrens Lee Felix, Kore'nin tahta yeni çıkmış Kralı Bang Christopher Chan ile siyasi bir evlilik yapar.