Ağaç tepelerinde güneşi bekleyen kuşlar tatlı tatlı cıvıldıyorlardı. Etrafı alabildiğine ormanla çevrili sarayın koridorlarında duyulan tek şey dışarıdan gelen cıvıltılar ve çimenlikteki ağustos böceklerinin sesleriydi. Omeganın odasında da öyleydi. Sabaha karşı sıcaklayıp perdesini çektiği, penceresini araladığından güneş içeriye bir hayli nüfuz etmişti. Sarışın gözüne vuran güneş yüzünden yüzünü yastığa gömmüş, sıcaklayan ayaklarını yorgandan dışarı sarkıtmıştı. Uykusundan uyanalı yalnızca birkaç saniye olduğundan ayılmış sayılmazdı. Güç bulabildiğinde yerinde gerindi, koskoca yatağın her ucuna değmeye çalışır gibi gerdi kendini ve sonunda vücudunu rahat bırakıp sırt üstü döndü. Gözleri ilk önce pencereyi taradı. Yeşillik ve gökyüzü manzarası vardı. Gülümsedi. Çok huzurlu bir uyku çekmişti. Gemide geçen günler boyunca pek dinlendiği söylenemezdi. Orada uyumak bile eziyet gibiydi.
Boynu ağrıyınca başını tavana çevirdi. Kalkmak için hizmetlinin çağırmasını beklemeye karar verdiğinden gözlerini geri yumdu. İki eliyle yorganının ucunu tutarak göğsüne hizaladı. Ayakları hala dışardaydı, ılık havanın onları gıdıklamasına izin veriyordu. Biraz öylece kaldı. Sonra burnunda hissettiği tuhaf nesneyle hemen gözlerini araladı. Burnunun ucuna konmuş beyaz bir kelebek vardı, onu korkutup kaçırmamak için göz bile kırpmamaya çalıştı. Görebildiği tek şey kanatlarının ucu olsa bile kendini o güzelliğe öyle bir kaptırmıştı ki eğer kapı çalınıp dikkati dağılmasaydı uzunca bir süre öylece duracağına emindi.
Kelebek odanın içinde uçuşup gözden kaybolurken dirsekleri üzerinde bedenini yataktan yükseltti, yanaklarının içine doldurduğu havayı üfledi. Ardından "Girin." diye seslenirken oturur pozisyona geçti.
Hizmetli odanın içinde ilerlerken yataktan tamamen indi. Geceliğinin önündeki bağcığı açmaya çalıştı"Kralımız kahvaltı için arka bahçede sizi bekliyor."
Umursamazca attığı düğümle verdiği savaşa ara verdi. Duyduğuna emin olmadan sevinmemek adına çatılmaya başlamış kaşlarıyla "Arka bahçe mi?"diye sordu.
Hizmetli başını salladı, elindeki su testisiyle mermer lavaboya yaklaştı. Felix ona doğru ilerledi. Sessiz sessiz elini ve yüzünü yıkadı. Uzatılan havluyla yüzünü silerken bir yandan düşünüyordu. Christopher onu gerçekten şaşırtıyordu ve şaşkınlık pek hayırlı gelmiyordu. Tuhaftı, kesinlikle tuhaf. Felix'in dengesini bozuyordu, hayaller kurmasını sağlayıp sonra hepsini kendi elleriyle yıkıyordu. Bu kez kapılmak istemiyordu. Bugün onu umursuyormuş gibi yapan bu adam yarın ona yine bir hiçmiş gibi davranacaktı. Aksini kendine kanıtlayabilmek için sahip olduğu tek bir örnek yoktu. Her şey ortadaydı.
Temiz bir beyaz gömlek ve keten pantolon giydi. Saçlarını taradı, kulaklarının arkasına doğru sıkıştırdı. Solgun tenine pembelik gelmesi için elleriyle yanaklarını sıkıştırdı. Gitmeye hazırdı. Hizmetlisinin öncülüğüyle bulunduğu kattan arka bahçeye inen merdivene ilerlediler. Bahçeye doğru ilerledikçe duvarlardaki aile portreler ve merdivenlerin köşelerinde yer alan heykelleri dikkatle inceliyordu. Son birkaç basamak kaldığında duvarda bir portre daha gördü. Onun kim olduğunu biliyordu. Kıvırcık saçlar ve büyük bir burun. Felix durup yönünü duvara çevirdi. Christopher olduğuna emindi. Gençliğinin ilk dönemlerine ait duran portrede Christopher yine gözünün üzerinden geçen o derin yaraya sahipti. O izin kaç yaşındayken olduğuna dair derin bir merak duyuyordu omega. Lakin soramazdı. Sormayı bırakın alfa ile olan iletişimleri resmi durumlar dışına çıkar mıydı bilmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kayıplar ve yaralar | chanlix
FanfictionPrens Lee Felix, Kore'nin tahta yeni çıkmış Kralı Bang Christopher Chan ile siyasi bir evlilik yapar.