Uzak diyarları dolaşıp gelen ılık rüzgar sarayın koridorlarında dolandı. Kralın odasındaki perdeyi nahifçe bir öteye bir beriye savuruyor, odadaki tek gürültünün kaynağı oluyordu. Biraz önce odadan çıkan saray doktoru ardında derin düşüncelere dalmış bir alfa bıraktı. Başı ağrıyor, çaresiz hissediyordu. Koskoca bir ülkeyi yönetirken bile bu derece çaresiz hissettiği tek bir an yaşadığını hatırlamıyordu. Sırtı soğuk duvara yaslı, gözleri kendisinin yatağında uzanan omegadaydı. Derin bir uykuda olmalıydı, doktorla olan sohbeti bile onu uyandıramadı. Onu uyandırmak konusunda endişelenmiş ama odadan çıkıp tekrar yalnız bırakmak istememişti. Derin bir nefes aldı, çaresizlik içinde başını eğerken geri verdi. Daha fazla ayakta duramayacak kadar yorgun hissedince vücudunu usulca duvardan kaydırdı, yere çöktü. Dizlerini kendinden biraz itip dirseğini dizine yasladı. Parmakları alnını buldu. Neyin içinde olduğunu, bu durumdan nasıl çıkacağını bilmiyordu.
Onu daha yeni mühürlemişken burada bir başına bırakmamalıydı. Hata yapmıştı. Ama aynı zamanda buna hata demek ona çok yanlış da geliyordu. O keyfi olarak onu bırakmamıştı. Sorumluluğu altında olan tek şey omegası değildi. Gitmek zorundaydı ki gitmişti. Bundan sonra da gitmesi gerekecekti. Çoğu zaman daha uzaklara daha uzun sürecek seferler, yolculuklar yapacaktı. Bunlar onun seçimi değildi. Seçiyor olsaydı savaşmayı ya da her şey bir yana kral olmayı istemezdi. O sadece huzur isterdi. Yalnız bırakılmayı isterdi. Bundan önce nasıl yalnız bırakıldıysa yine yalnız bırakılmayı, bir kimsesiz olmayı isterdi. Sorumluluk ağır geliyordu. Cüssesi herkesinkinden fazla diye ona bindirilen bu yük onun için bile ağır değil miydi? Bir hiçken şimdi bir kral ve bir eşti. İki avucunun ayasını şakaklarına bastırdı. Canı çıkıyordu sanki. Bu ağrı başını kopartmak istemesine sebep oluyordu.
Hayır, doğrusu aslında bu ağrıyı dindirmek için başını kopartmak asıl istediği değildi. İçinde bir yerlerde köşesine sıkışan o küçük Christopher'ın farkındaydı. Her ne kadar öyle değilmiş gibi davransa bile farkındaydı işte. O, olması gerektiği emredilen sert, kudretli kişi değildi. Hiçbir zaman yaşatmasına izin verilmeyen çocuk yanı hala yerinde, uyanacağı anı bekliyordu bir umutla, çaresizce. Bu ülkeyi yönetmek zorunda kalacağını öğrendiği zaman, ilk defa savaş alanında bir başına kendini korumak zorunda kaldığı zaman... defalarca kez öldürmek istemişti o küçük çocuğu. Çünkü işleri zorlaştırıyordu. Yüzünde açılan o yara gibi bir çok görünmez yara daha almasına sebep oluyordu. Elleri kanlıydı. Onun çocuk olmaya hakkı var mıydı ki? Kendini kandırıyordu. En kötüsü o masum çocuğu kandırıyor, onu bekleterek acı çektiriyordu. Öldürmeliydi. Ona göre doğru olan buydu ama yapamıyordu. Bir şekilde bir şeyler izin vermiyordu. Bir şekilde kendini onu kendisinden korkup saklandığı delikten bulup çıkarıyor, başını okşuyordu. Kıyamıyordu. Tek varlığını, umudunu elinden almak istemiyordu onun. İç çekti. Ağlamamak için derin derin soluklandı. Uzun zaman sonra ağlamak istemesi ona hala yaşıyor olduğunu hatırlatırken buna da izin vermedi. İçi çıkana kadar ağlamak istese bile tek bir göz yaşı dökmedi. Sessizce bekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kayıplar ve yaralar | chanlix
FanfictionPrens Lee Felix, Kore'nin tahta yeni çıkmış Kralı Bang Christopher Chan ile siyasi bir evlilik yapar.