Tahminen bir savaş gemisinin sahip olduğu tek konforlu odasındaki deniz yolculuğu oldukça sallantılı ve sıkıcı geçen Lee Felix krala ait olduğunu haykıran yatağın üzerinde uzanıyordu. Bir gemi için fazla ihtişamlı gelen yatak ve üzerinde yattığı kırmızı, kadife çarşaf dünden bu yana Felix'in incelediği tek şeydi. Gecenin bitip Güneş'in doğuşunu yatağın hemen karşısındaki büyük çalışma masasının arkasında kalan küçük pencereden takip etmişti.
İç çekti. Christopher dün çantasını ona yollatacağını söyleyip kamaradan ayrıldıktan sonra bir daha hiç yanına gelmemişti. Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı için gelen görevliler haricinde kimsecikler de uğramamıştı odaya, buna Güneş de dahil. Sıkılmıştı. Kamara fazla karanlık olduğundan ve sallanan gemide düşmesinden korktuğu mumu yatağın üzerine çekemediğinden günlüğüne bir şeyler yazamıyordu. Kitap okumak da yine aynı sebepten işkenceydi. Elbette bunların hepsinin bir çözümü vardı, Chris'in çalışma masasını kullanabilirdi lakin izinsiz bunu yapmaya çekiniyordu. Büyük bir şey değildi belki ama yine de sormadan buna yeltenmek istemiyordu. Gerçi sorabilir miydi onu da bilmiyordu.
Yerinden kalktı. Gelip giden yok gibiydi ve daha fazla yatamayacaktı. Dışarı çıkmak için izin almamıştı ama hiç değilse odanın içinde tur atmalıydı yoksa yatmaktan sırtı ağrıyacaktı. Uyuşmuş vücudunu esnetmek için kollarını ve bacaklarını gerdi. Ardından odanın köşesinde, ahşap duvarlara çivilenmiş haritalara bakmak için o tarafa yöneldi. Daha önce hiç görmediği kadar büyük ve detaylı bir haritaydı. Öyle ki Felix bir süre ilgisini üzerinden çekemedi, ilk iş her insanın yaptığı gibi kendisine en tanıdık, en yakın gelen yeri orada aramaya başladı. Avustralya'yı sonunda bulduğunda üzerinde düşünmeden aldığı hiçbir şeye dokunmama kararını bozarak parmağını üzerine kondurdu. O an kalbinde oraya dair bir sevgi bulmayı diledi lakin içinde hiçbir his ayaklanmadı. Koskoca haritada bildiği, gördüğü tek yer, varis kanını taşıdığı koskoca krallık ona hiç özlem hissettirmemişti. İçli içli soluklandı ilkin, bağrına çöken memleketsizlik hissi ağır geldi. Önceden de yüklü hisleri yoktu memleketine ama şimdi ne doğduğu yere ne evlendiği yere ne de başka bir yere ait hissedemiyordu. İşte şimdi tam olarak yapayalnızdı. Nereye ayak basacağını bile bilmeden bir gemide, denizin ortasındaydı.
Tam o an, Felix parmağı hala anbean uzaklaştığı memleketindeyken gözleriyle yeni evini haritada aradığı sırada kapı çalındı. Birkaç küçük tıklama ve ardından cevap vermesine fırsat olmadan açılan kapı. Çillinin gözleri kapıdayken olduğu yerde durmaya devam ediyordu. Gelen Christopher'ın ta kendisiydi. Alfanın kendisinin üzerinde gezinen bakışları parmağının bulunduğu bölgeye vardığında çilli sirkelendi. Üzerine aniden kar yağmaya başlamış gibi ürperirken elini kendine çekip bedenini tam olarak kapının ağzında duran alfaya çevirdi.
"Müsait miydin?"
Kulağına ilişen soruyla kendine gelmek için gözlerini kırptı. Müsait miydi? Ne önemi vardı ki? Nihayetinde bulunduğu odanın kapısı herhangi bir onay alınmaya hacet görmeden açılıyordu. Bu oldukça kaba bir hareketti. Felix suç işlerken yakalanmış gibi hissettiği sırada üstüne yaşanan bu durum ona üzerinde hissettiği bu suçtan arınmak için bir fırsat doğurmuştu.
"Ne önemi var?" dedi kinayeli bir sesle.
Christopher onun gözlerindeki huysuzluğu, sesindeki siniri hissetti. En son ne zaman etrafında bir omega varken yaşamıştı hatırlamıyordu bile. Hayatı boyunca, henüz eli kalem tutamazken bile alfalar arasında yetişmişti. Kraliyetin tek erkek varisiydi ve tam olarak bu sebebiyetten ailesiyle birlikte sarayda değildi. Uzak krallıkta korunaklı bir kalede, eğitmenleri ve yalnızca kendisini korumak için tahsis edilmiş bir orduyla büyümüştü. Anlayacağınız, hayatı boyunca kısıtlı defa gördüğü annesi hariç kardeşleri dahil hiçbir omegayla doğru dürüst iletişimde bulunmamıştı. İnceliklerden bir tık uzaklaşmıştı. Cevabını beklemeden kapıyı açtığını ancak fark ettiğinde artık çok geçti ve toparlamak için uğraşmayacaktı.
Felix'in bir özür bekleyen ifadesinden habersiz yanından geçip gitti. Büyük ahşap masanın üzerindeki geniş sayfaları kurcalayan alfayı şaşkınlıkla izledi çilli. Kolları göğsünde bağlanmıştı. Bir açıklama beklemenin anlamsız olacağını hissediyordu fakat bir ümit evleneceği adamdan incelik bekliyordu. Sahiden bunca zamandır neredeydi? Niçin müstakbel omegasının yanına, çok önemli kağıtları kurcalamak dışında bir iş için, hiç uğramamıştı?
Alfa aradığını bulunca kağıdı avuçları arasında apar topar yuvarladı. Arkasını döndü, çıkışa gitmek için acele ediyordu. Fazla rahatsızlık vermek niyetinde değildi. Lakin kapıya birkaç adım kala durduruldu.
"Christopher."
Adını fısıltıdan farksız bir şiddetle, ince bir sesten işitince tuhaf hissetti. Durdu, vücudunu hafifçe ona çevirirken gitmek için saniye sayıyor gibiydi. Sessizce devamını bekledi. Felix ona bakarken bir an için cümle kuramayacak kadar utandı. Ona karşı aşırız ilgisiz duran bu adamın karşısında böyle küçülmekten epey rahatsız hissederek sirkelendi hemen.
"Dışarıya çıkabilir miyim?"
Alfa üzerine çok düşünmedi bile. En kısa ve en net şekilde "Hayır." diye yanıtladı onu. Felix'in yüzünde beliren devasa hayal kırıklığı hakkında kafa yormadan, hızlıca odadan ayrıldı. Kaba mı davranmıştı? Sanırım. Fakat adeta ışıklar saçan omegasının bu pis gemide, pislikten nasibini her manada almış alfaların arasında salınması fikri pek aklına yatmamıştı.
Elindeki kağıtlarla üst kata, kaptanın yanına adımlamak için merdivenleri tırmanmaya başladı. Bu işi yapması için bir çok görevliden birini görevlendirebilirdi belki ama Felix'i kendi gözleriyle görmek istemişti. En nefret ettiği şekilde, ayak işi yapmak pahasına da olsa. İç çekti, kaptanın yanına varıp kaldığı yerden toplantısına devam etti. Toplantı bittiğinde ise oturduğu yerden hiç kalkmadan burnunun ucundaki engine gözlerini çevirdi. Mavinin bin farklı tonu sanki gözlerine bir illüzyon oyunu oynuyor gibiydi. Büyüleniyordu. Denizi severdi. Sonra aklına kamarası geldi. Oradan denizi göremediğini hatta denizi bırak neredeyse güneş bile alamadığını hatırladı. Zihnine Felix'in bunalmış yüzünün karanlık odadaki ışıltılı hali düşünce başını iki yana salladı. Sıkılmakta haklıydı. Onu oraya kapatamazdı. Küçüğün denizi sevdiğine dair bir doğuyordu içine, peşinden gitti.
Elini havaya kaldırdı, kapının yanında ondan bir işaret bekleyen yardımcısı hızlı bir kaç adımla yanına vardı. İki parmağını yanına yaklaşması için hareket ettirdiğinde başını eğdi."Akşam üzeri güverteyi boşalt. Orada tek bir adam istemiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kayıplar ve yaralar | chanlix
FanfictionPrens Lee Felix, Kore'nin tahta yeni çıkmış Kralı Bang Christopher Chan ile siyasi bir evlilik yapar.