Pencereden yansıyan kızıllıkla beraber Felix derince iç çekti. Pembe dudakları aniden titremeye başladığında dişlerini sıktı. Sulanmış gözlerini yumarak büzüşmüş dudaklarını eski haline getirmeye çalıştı. Ağlarken çirkindi. Ve birazdan alfasının karşısına çıkacaktı. Hatta tüm ailenin ve kıyıda olacak Avustralya halkının. Gitme vakti gelmişti. Cama vuran akşam güneşi tam olarak bunun haberini veriyordu.
Sakinleşince gözlerini açtı. Birkaç saat önce hizmetliler tarafından hızlıca toparlandığından neredeyse boş olan odasını karış karış inceledi. Unutmak istemedi. Bir gün gideceği yerden bıktığında burayı, hapishanesini hatırlayıp kendine teselli verecekti. En azından kendini böyle kandırdı.
Kapısı çalındı. Koltuğunda oturur pozisyona gelirken elleriyle iki yandan saçlarını düzeltti. Sesini toparlamak için boğazını temizledi ve 'Girin.' diye seslendi. Gelenin bir hizmetli olacağını sanmıştı ama kapısının önünde ona doğru bakan kişi babası, Avustralya kralından başkası değildi.
"Kralım." Yerinden doğruldu ve selamladı. Kral ise cevap olarak eliyle gelmesini işaret etti. Göğsüne doğru çağırıyordu. Oğlunu, biricik omegasını, çok değerli mücevherini.
"Buraya gel Felix."
Gidip gitmemek arasında kaldığı o birkaç saniyede sağ ayağını yerde sekiyordu. Gitmek istiyordu. Affedemeyeceği birçok hatasına rağmen ona sımsıkı sarılmak istiyordu. Şimdiye kadar kaç kez sarılmıştı ki babasına? Elle sayılır kez. Ve şimdi biliyordu ki bu son kez olacaktı. Kore buradan çok uzaklardaydı ki bir kralın eşi olacağı için konumunu terk edip memleketini ziyaret etmesine fırsat olmayacaktı. Felix bunu biliyordu çünkü evlenen diğer ablalarının bir daha asla dönmediğini, abilerinin eşlerinin memleketlerine gidemediğini görmüştü.
Keşke demek istemeyerek atıldı. Bir prens için asla uygun olmayan şekilde koşarak vardı kralın, babasının kollarına. Ona sarıldığında, babasının elini sırtında hissettiğinde gözlerini sıkı sıkı kapattı. Ağlamak istiyordu. Gitmek isteyen oydu belki ama şimdi kalmak isteyip istemediğine dair düşünceleri kafasında tartıp duruyordu.
Babası, kolları arasında minicik kalan oğlunu kendinden ayırıp yüzünü çenesinden havaya kaldırdığında o sulu, parlak gözlerde ve yüzüne özenle dağılmış çillerde annesini gördü. Asla yenilmez sanılan kralın kalbi kırıldı. Felix sevdiği kadının ona emanetiydi. Ve o emanetini burada, dizinin dibinde koruyamıyordu. Daha bir nefes uzağındayken koruyamadığı oğlunu sırf canı yanmasın diye çok uzaklara gönderecek olmasının tezatlığı gecelerdir canını sıkan, uykularını kaçıran konunun ta kendisiydi.
"Sana baktığımda" dedi kral sert bir sesle. Daha doğrusu sert tutmaya çalıştığı bir sesle lakin o şekilde tamamlayamadı. "sanki onu görüyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kayıplar ve yaralar | chanlix
FanfictionPrens Lee Felix, Kore'nin tahta yeni çıkmış Kralı Bang Christopher Chan ile siyasi bir evlilik yapar.