Bir ömürü evini aramakla geçirenlere mi daha çok üzülürsünüz yoksa bir ömürü, dört duvar bir eve sığdıranlara mı?Neresidir ki insanın hem 'evim' dediği? Mesela ailenin beklediği yuva mı?... Yalnızlığını savunduğun kale? Ya da dünyanın yükü ağır geldiğinde 'ben çok yoruldum al biraz da sen taşı' diyebileceğin güvenli bir kucak?
İnsan insanın, en çok 'evi'dir bence. Bundandır her günün sonunda en ağır basan isteğin eve dönmek olması. Betondan, fayanstan yapılmayan evler de bir ömür aramaya değerdir, zira bulabilen nadir şanslı. Olsun... Zaten hayat dediğin; hep bir arama telaşı.
O yüzden ben ikinci şıkkı seçiyorum. Ben evimi ararken o kadar çok düştüm ve o kadar çok kalktım ki artık düşmeye bağışıklık kazandım sanırım. Dört duvarı ev sananlara, başını çıkarmaya hiç cesaret edememişlere üzülüyorum. Düşe kalka, yıka döke yürümüş, kendi ailemi bulmuş biri olarak söylüyorum; evimi aramaktan da hiç vazgeçmeyeceğim.
Şimdi belki yanıldım, ufak da bir yıkıldım ama ayağa kalkarken herkesin gözü bende olacak...
🌊
8 Şubat 2014
İzmirBir ayağı diğerlerinden hafif kısa olduğu için aksayan, ahşap bir masanın etrafına dizilmiş, kendi edindiğim ailemin üzerinde gezdiriyordum dalgın bakışlarımı. Şen kahkahaların, kadeh seslerinin ve sevgi dolu bakışların arasında eğreti değildim artık, ait hissediyordum. Zaten artık onbir yaşında ruhunu kaybetmiş o çocuk da değildim. Onları bulduğum gün, düştüğüm yerden kalktığım ilk gündü.
Kafa açma Mısra.
Velhasıl, İzmir'e kirli bir siyasetçinin yolsuzlukla, devlete ait ormanlık alanı otele çevirmesini engelleyecek bir operasyon için gelmiştik. Fakat ekibin sürpriz bir şekilde planladıkları, İzmir'in çıkışına doğru sakin bir kasabadaki bu tatlı rakı sofrasının benim için olduğunun farkındaydım. Kendilerince keyfimi yerine getirmek istiyorlardı. Sebebini bilmiyorlardı ama Poyraz'ın gittiğinin elbette farkındaydılar.
Böyleydi Poyraz. Daha önce alelâde bir şekilde var olduğu yerde bile yokluğu arkasından hemen fark edilirdi. Neşesiyle insanların dikkatini çekerdi bir kere. Aralarına binbir zorlukla girdiği kardeşlerimi bile yokluğu sarsmıştı. Hissettirmeseler de anlıyordum.
Ne şiddetli bir sarsıntı olduğunu kendimden biliyordum.
Yakılan ormanlık alanda topladığımız delillerle yaptığımız şantaj ve Müslüm'ün bot hesaplarla duyurup büyüttüğü sosyal medya propagandası sonucu; bahsi geçen holdingi bir basın açıklaması yapmaya zorlayıp geri adım attırmıştık. Aslında bu BALTA tarafından alınmış bir iş değildi fakat herkesin de fark ettiği gibi bu yıkıcı gidişin ardından kafamı ancak işle toparlayabiliyordum. Belasını arayanın belası olmak şu an açıktaki en uygun pozisyondu benim için.
Ardından hemen İstanbul'a işlerin başına dönmeyi planladığım için ekibin 'Bu kadar yol geldik felekten bir gece çalalım' ısrarlarını gelişine savuşturuyordum. Son kozum olan yaklaşan sınavlarımı bahane edecektim, ta ki onlar Leyla'nın psikolojik tedavi sürecinin bitmesini kutlayacağımızı öne sürene kadar.
Leyla'm. İlk arkadaşım. Bir tek Leyla'ya yok benim hayır'larım, itirazlarım. Surat bile asamayışlarım. Gerçi bu, bu masada oturan herkes için böyle. Leyla hepimizin göz bebeği.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bozgun
General FictionVelhasıl... o bana dokunduğunda adımı bile unutuyordum. Oysa unutmamam gereken tek şey buydu.