16. Bölüm

595 32 3
                                    

Son zamanlarda kendime ne çok acıyorum. Sırf bunun için bile affetmeyeceğim Deniz'i. Beni bu kadar aciz düşüren kalbimi de. Elimin tersiyle gözlerimi sildim. Deniz donup kalmış gibiydi. Zoraki bir gülümsemeyle işaret parmağımı kalbine yasladım.

"Yani ben o kapıdan çıkarım Deniz. Sen çıkamazsın. O yüzden, sen... bu kapının ardında kalacaksın."

Her anlamda.

Düz bir çizgi üzerinde tutmaya çalıştığım adımlarımı kapıya yönlendirdim ve açtım.

"Yenge?" Diye seslendi, kapının önünde bekleyen Yakup.

İçimden yengen batsın demek gelse de, "Eve gideceğim Yakup." Dedim. Sanki o da bana engel olmaya kalkacakmış gibi.

Bakışları arkamda bir yere çevirildi. Muhtemelen icazet bekliyordu. Kafasını salladı. "Ben götüreyim yenge." Dedi.

Hiç itiraz edecek durumda değildim. Yavaş adımlarla önünden geçip yürüdüm. Bu götür yengem demekti.

Yakup ve birkaç koruma eşliliğinde, tek bir kişiyle bile çarpışmadan çıktım o kalabalıktan. Araba kapının önünde hazırdı ama hemen binmedim, binemedim. Girişten birkaç metre uzağa konuşlanmış muhabir ve fotoğrafçı ordusuna takıldı gözlerim, bir süre izledim. Bir kez bile biriyle göz göze gelmedim, ki zaten bu çok normaldi. Üstlerine yürüyüp 'Deniz Zorbey benim müstakbel kocam!' diye bağırmayı düşündüğüm anlarda bile beni ciddiye almayacaklarının farkındaydım. Aslında bunu yapabilmek için yeterince sarhoş ve çaresizdim fakat zaten bu gece ziyadesiyle rezil olmuştum.

Yakup'la yine uzun ve sessiz bir araba yolculuğuna çıktık. Boğazıma yerleşmiş sert bir yumru, arka arkaya yutkundum. Arabaya bindiğimden beri içim güçlü bir ağlama isteğiyle dolu. Boğazımdan kopacak hıçkırığı tutmak için işte, zorlukla yutkunuyorum. Yakup da bence farkında zaten bu durumun. Ara ara kaçamak bakışlarını yakalıyorum dikiz aynasından. Üzülüyor bana. Ne kadar kötü gözüküyorsam artık. Yazık sana Mısra! Şu haline bak. Yazık!

"Durdur arabayı Yakup!" Dedim, zorlukla.

"Anlamadım yenge?"

"Arabayı durdur Yakup!"

Yakup tedirgin bir ifadeyle yavaşlayarak arabayı sahil şeridine çekti. Onun arabadan inip kapımı açmasına yetişemeden indim arabadan. Ne yapacağını bilemez gibi bir panikle karşımda dikiliyordu. "Arama kimseyi, peşimden de gelme." Dedim. "Midem kötü. Biraz hava alacağım."

Karanlıkla savaşan hırçın bir canavar gibi kıpraşıp duran denize doğru yürüdüm. Nefes almaya değil, boğulmaya ihtiyacım vardı. İlk defa... hayatımda ilk defa babamın burada olmasını diledim. Ölmemiş olmasını. En azından o beni boğduğunda, ne için boğduğunu, yanlışımın ne olduğunu biliyordum. Fakat şimdi yaşadığım bunca şey içinde boğulurken yanlışı nerede yaptığımı bulamıyordum. Nereden sonrası benim hatamdı? Nereden başlamalıyım?

Poyraz?

Poyraz. Beni bu insanlarla kesişim kümesine alan ilk kişi oydu! Serra'yla ne halt yemeye nişanlandıkları umurumda değildi ama bu nişanı niye bozdularsa beni de ilgilendiriyordu. Ankara'da kaldığım gece, annemin evinde duyduğum konuşmalardan sonra hiçbir şeyin yolunda gittiğini söyleyemem ama benim hayatım; onlar nişanı bozduktan, hatta beni hain olarak yakalattırma planı yaptıktan sonra kaymıştı. Sahil kenarında bir banka oturdum ve kabanımın cebinden telefonumu çıkardım. O Poyraz buraya gelecek ve ne haltlar çeviriyorlarsa bana anlatacaktı! Ahizeden uzun uzun sesler geliyor, ben sicim gibi akan gözyaşlarımı durdurmaya çalışıyordum. Açmadı. Tekrar aradım. Yumruk yaptığım sağ elimi sertçe göz çukuruma bastırdım. Bir hıçkırık koptu boğazımdan. Nasıl canımın acısından gözümü açamıyorsam, kalbim de acıyınca kapansa ya!

BozgunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin