2. Bölüm

1.4K 53 3
                                    


2017, Kasım

Ankara

Annemle gerçek kimliklerimizi öldürüp yeni bir hayata adım attığımız o gece bizi İstanbul'dan koparıp Ankara'ya savuran geceydi. Çocukluğumun hatta gençliğimin bir kısmını Ankara'da geçirmeme rağmen hiç bir zaman benimseyemedim bu puslu şehri. Bu yüzden üniversite sınavından aldığım biletle ilk tercihim olan, kayıp parçalarımı bıraktığım İstanbul'a gitmiştim.

Hayatımın her döneminde ne yaşarsam yaşayayım fazlasıyla çalışkan bir öğrenciydim. Birincilikle girdiğim üniversiteyi de dereceyle bitirdim. Başarımın hiç bir zaman inek bir öğrenci olmamla alakası olmadı. Derdim sadece annemi mutlu etmekti. Benim annem yalnızca benim mutluluğum, benim başarılarımla mutlu olurdu. Ya da öyle gösterirdi bilmiyorum.

Annem hiç bir zaman tam anlamıyla mutlu bir kadın değildi. Her ne kadar yanımızda gülücükler saçsa da gizlice kapandığı odalarda sessizce ağladığını biliyordum. Onu mutlu etmek istedim. O hep mutlu olsun istedim.

Bir yerlerde bir dilek hakkım varsa şayet, bir mum üflerken, özel bir gecede dua ederken, önceliğim hep annemin mutluluğu olurdu. Bu babasız büyümüş, annesi mutsuz kız çocukları için mutluluğun formülü gibi gördükleri bir dilek bence.

Üniversiteyi bitirdikten sonra da hem tüm ekip olarak İstanbul'a yerleştiğimiz hem de işlerin büyük çoğunluğu İstanbul'da olduğu için dönmedim Ankara'ya. Ama ne yaptımsa vazgeçiremedim annemi Ankara'dan. Ankara'yı sevdiğinden değil biliyorum. On dört senedir burada fakat evden dışarı çıktığının sayısı belki on dört değildir. Annemi İstanbul'a gitmekten alıkoyan bir şey var. Annemin İstanbul'da kaçtığı bir şey var. Belki yaşadıklarımızın ağırlığındandır diyorum ama annem öyle güçsüz bir kadın değil. Hissediyorum.

Annemin de sırları var.

Onun burada yalnız kalmasına razı olmamın tek sebebi hayatımızı değiştiren gece bizi kurtarıp bu yeni hayatı kuran Hakan Karasu'nun onun yanında olduğunu bilmem. Biz her ne kadar onunla anlaşamasak da anneme verdiği değerin, ona sadece annem konusunda güvenebileceğimin farkındayım.

Bu dünyada ki en çok değer verdiği kişinin annem olduğunu söylemişti bir keresinde. Fakat en değerlisinden bile büyük bir sırrı gizlediğinden, hatta bu sırrı kendi inşa ettiğinden hiç bir zaman tam olarak güven duymadım ona.

Annemin yanında bambaşka bir adamdır Hakan. Bana davranışları bile değişir, bakarken gözlerinin içi bir baba gibi şefkatle gülümser. Oysa ben, beni çocuk yaşta eğiten nam-ı değer 'Yargıç' Karasu'nun gözlerindeki katı disiplini asla unutmam.

Annemin yegâne dostunu elinden almamak için uyum sağlıyorum bende ona. Bu koca yalnızlığının içinde bir arkadaşı o. Benim başarılarla dolu ve pislikten uzak -sandığı- hayatım için bile büyük bir minnet duyuyor annem ona. Bana abilik yaptığı, beni o karanlık günlerimden çıkarıp yol gösterdiği için.

Ah güzel annem. Bana gösterdiği yollar gerçek. Ama o bildiğin yollar tamamen yalan...

Bu sırrın yükünü bir tek ona yükleyebilir miyim onu da bilmiyorum. Geçmişe, o güne dönüp baktığımda başka çaresi var mıydı, aslında beni hayata mı bağlamıştı emin değilim.

🌊

2004

Kuru ayazın burnumun ucunu kızarttığı kapalı bir havada, siyah büyük bir araçla geldik Ankara'ya. O geceden beri ne kadar uğraştılarsa kimseyle tek kelime konuşmamıştım. Ta ki annem uyanana dek. Bizim korkunç şatomuzdan çıktığımızda annem uyuyordu. Biraz kanları akmıştı ama uyuyordu. Çok yorulmuştu annem o yüzden çok uzun sürdü uyanması. Bizi o evden çıkaran, sürekli benimle konuşmaya çalışan adam öyle söyledi. Hakan'mıymış adı neymiş. Çikolata da almış bana. Yemedim onu. Annem 'Yabancıların verdiği hiç bir şeyi yeme' demişti. Ama cebime de koydum. Uyanınca soracaktım.

BozgunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin