"Bayanlar, baylar!" Diyerek sesini yükseltti, aynı filmlerdeki gibi. O tüm ilgiyi üzerine çekerken ben de gülümsemiştim, albenisi yüksekti. "Bugün size çok önemli bir müjde vereceğimi söylemiştim!"Ancak bir hayale yakışır güzellikte gülümsedi sonra. Bana doğru bir kaç adım attı ve elini uzattı. Beni öldürecekse de bunu centilmenlikle yapacak olmalıydı. Uzattığı elini tuttum. O ise beni kendine çekerek, kolunu sıkıca belime dolayıp başımı göğsüne yasladı. Dedim ya, bir hayale de bu yakışırdı.
"Ömür," dedi, gözlerimin içine hayranlık dolu bir gülümsemeyle bakıp, beni takdim ederken. "Müstakbel eşim."
Sanki içimde bir yerde hep bu anın hayalini kurmuşum da, bilinçaltım bunu fazlasıyla ciddiye almış ve beni gözlerim açık olmasına rağmen bir rüyada gibi hissettiriyordu. Gülümsememin sebebi ayaküstü delirmem olmalıydı. Değilse hayal dediğinin de bir sınırı vardı canım. Deniz bana hiç bir evrende böyle içi gider gibi bakamazdı. Gülümsemem kahkahaya dönüşüp de sesim çıkmasın diye dudaklarımı birbirine bastırdım. Kız Mısra, güzel delirdin!
Deniz gözlerini benden koparıp Masa'ya döndüğünde hayran olduğum tepki geçişlerini bir kez daha ortaya koydu. Göğsüne kafamı yasladığım için görüş açımda yalnızca yüzünün yan profili ve sakalları kalıyordu. Fakat bu kadarında bile kol gezen öfke, yüzünün tamamını görmediğim için şanslı hissettirmişti.
"Şimdi Ömür buradan çıkıp gidecek. Ve siz bana yapılan bu saygısızlığın hesabını vereceksiniz!"
Derin bir sessizliğin ardından, "Yo, yok... hayır!" Diye, kem küm araya girmeye çalışan Poyraz'dı. Dumur olmuştu. Masadaki herkes gibi.
Eğer karnımda ve kalçalarımda keskin bir ağrı hissetmiyor olsaydım hepsinin yüzüne bakıp katılarak gülmek isterdim. 'Hey! O gördüklerinizin hepsi bir hayaldi! Hahahah! İnandınız mı?'
Bir saniye. Az önce yaşananları ben kafamdan uydurmamış mıydım? Kaşlarım çatılırken başımı göğsünden kaldırdım, odadaki herkesin yüzünde gözlerimi gezdirdim. Yalnızca benim uydurduğum bir sanrıyı, onlar göremezdi ki. Neye bu kadar şaşırmışlardı?
Deniz, "Yağız!" Diye yüksek bir sesle komut vermeseydi, olduğumuz ana geri dönemezdim. İrkilerek başımı ona çevirdim ama o bana bakmadığı için yaşadığım şaşkınlığı ve korkuyu görmüyordu. "Ömür'ü eve götür ve derhal bir doktor çağır." Ben... ben az önce ölecektim ve böyle bir korku duymuyordum. Ben az önce ölmeyi mi kabullenmiştim? "Ben küçük bir işi hallettikten sonra evde olacağım. Yani senin Ömür'e dokunan herkesi toplayıp benim karşıma getirmek için çok kısa bir süren var."
Yanımıza yaklaşan Yağız, emre amade bir asker gibi kafasını salladıktan sonra, bana doğru kollarını uzattı. Yavaşça Deniz'in beline sardığım kollarımı çözdüm ama Yağız'a tutunmadım. Deniz bıraksa düşecekmişim gibi temasımızı kesmeyerek belimden tutmaya devam ediyordu. Omuzlarımı silkerek geri çekildiğimde, bir anda kendime gelmeme şaşırdığını söyleyebilirim. Bense kendimde bulduğum bu güce şaşırmamıştım çünkü bu ilk kez tecrübe ettiğim bir duygu değil. İnsan ölümü bir kez sıyırdığında, yeniden doğmuş gibi hissediyor. Az önce dizlerimin tutmaması, ölüme yaklaşmanın getirdiği karşı konulmaz bir hafiflikti. Kabullenmişliğin ve kaybetmenin o muhteşem özgürlüğü. Oysa yaşamak zorunda kalmak, dipdiri ayakta durmayı gerektirir.
Hiç kimseyle göz teması kurmadan, sert adımlarla çıktım geniş odadan. Kimse bana engel olmaya kalkmadığına göre, benim gördüklerim hayal falan değildi. Ben hiçbir şeyi kafamdan uydurmamıştım ve bu durumda delirmemiş de oluyordum. Ama bu kesinlikle delirmeyeceğim anlamına gelmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bozgun
General FictionVelhasıl... o bana dokunduğunda adımı bile unutuyordum. Oysa unutmamam gereken tek şey buydu.