"Sence kaçak oynayan ben miyim Ömür?!" Bir hışımla bana döndüğünde irkilerek kolunu bıraktım, böyle bir tepki vermesini beklemiyordum. Üstelik beni delirmenin eşiğine getirmiş olan oyken! "Ulan ben elimin altında titreyen tenini hissediyorum! Derinleşen nefesini, aralık kalan dudaklarını! Ben senin bana değen gözündeki parıltıyı görüyorum, durma Deniz diyorum kendime! Git, durma bu kız da senden farklı değil! Sonra ne oluyor?! Benim gördüklerimin hepsi bir hayalden ibaret gibi sana çarpıyorum! Etraf paramparça oluyor! Ben miyim kaçak oynayan?... Ulan ben rüzgar oldum peşinden esiyorum! Sen ne bana ne kendine sakin bir limanda nefes aldırmıyorsun Ömür."
Deniz öyle büyük bir daralmanın son noktasındaymış gibi patladı ki, benim harım söndü, alevim dindi. Onun böyle bir sınırda gezdiğini hiç anlamamıştım. Ben bir tek kendi sorularım var sanıyordum, fakat o öyle sorular soruyor ki hiçbirine cevap verebilmem mümkün değil. Gözlerindeki kırıklık, sesindeki titreme gözlerimi doldurmaya yetiyor. 'Bende gördüklerinin hiçbiri hayal değil' demek istiyorum ona, 'bana attığın adımda titreyen içim gerçek.' Demek istiyorum. Olmuyor. Bir nevi haklı buluyorum onu, en sonunda. Sonuçta bir yalanın peşinde esiyor, Ömür'ün. Onu neyin gerçekliğine ikna edeyim? Ben koca bir yalandan ibaretim. Adımla, anılarımla, karşında duruşumla bile yalanın en alâsıyım ben. Sen gözümün içine bu kadar gerçek bakarken ben bunca yalanla sana nasıl geleyim?
Söyleyemediklerimin boğazıma attığı düğümü zorlukla çözerek, "Ben gitmek istiyorum." Dedim.
Sakinleşmeye çalışırken, "Ömür," diyerek, aramızdaki son bir adımlık mesafeyi kapattı.
Gelme be adam, yanacağız.
Ateşimi ondan kaçırmak için hızla çıktım duvar dibinden. "Benim gitmem lazım." Dedim. Şu an odaklandığım tek şey bu; benim gitmem lazım. Deniz'den ve denizlerden çok uzağa. Nasıl gideceğim? Giderim. Bu senin ilk gece yarısı ıssız ormanda kalışın olmayacak sonuçta. Evet, belki bir şekilde sinyalimi de alıyorlardır. Yola çıkıp bir araç çağırabilirim. Hem ormanda kurda kuşa yem olmak bile biraz daha burada kalırsam dönülmeyecek hatalar yapmaktan daha iyi. Dayanamıyorum, ona direnemiyorum. Beyaz bayrağı çekmek üzereyim. Soğuk, soğuk lazım. Yanmam değil. Gideceksin, ama geldiğin gibi değil. Bu kapıdan girdiğinde, belki de çok daha öncesinde bir zamanda bir parçanı burada bırakacaksın artık, onunla. Dinleme, dönme arkanı. Çok derin bakıyor. Maviler çok derin, boğulacaksın. Hep boğulmadın mı?
"Sana gitme demeyeceğim."
Keder tınılı sesi beynimin içindeki gürültüye son verdi, adımlarım merdiven başında durdu.
"Üşüyorsun, ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal."Deniz, şiir mi okuyor? Kalbim öyle bir hızla çarpıyor ki, duyduğumdan emin olmak için ona doğru dönerken merdiven korkuluklarına tutundum.
"Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan, yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin."Geldi, tüm heybetiyle tam karşıma durdu. Sesi, gözleri, çatık kaşlarının bile beni ürkütmeye yetmediği güzel yüzü tüm direnişimi yerle bir etti.
"Sana gitme demeyeceğim.
Ama gitme Lavinia.
Adını gizleyeceğim,
Sen de bilme Lavinia."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bozgun
Ficción GeneralVelhasıl... o bana dokunduğunda adımı bile unutuyordum. Oysa unutmamam gereken tek şey buydu.