19. Bölüm

685 32 16
                                    

"Konuş!"

Sağ gözümden firari bir yaş yanaklarımdan süzüldü. Çaresizlikle omuzları silktim. "Yapamam."

Yüz ifadesinden kıpkısa bir an ancak hayal kırıklığı diyebileceğim bir duygu geçip gitti. Fakat hemen ardından zaten bunun olacağını bilirmiş gibi ağır ağır kafasını sallamaya başladı. İçinde bize dair ufacık bir umudu varsa da öldürmüştü.

"Bitti."

"Ne?" Yanaklarımdan süzülen iki damla yaşı panikle silip attım. "Ne bitti?"

"Benim seninle olan işim bitti." Hayır. Hayır, Deniz ne dediğini bilmiyordu. "Özgürsün."

🌊

Özgürlük.

'Herhangi bir koşulla sınırlanmama, zorlamaya, kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme ve davranma durumu.' Diye açıklanıyor. Evet. Bu duruma o kadar yabancıyım ki Deniz'in bana ne bahşettiğini anlamak için geçtiğimiz günler içerisinde girip sözlük anlamına bile baktım. Okuyunca kulağa ne kadar da hoş geliyor değil mi? Ben niye bok gibi hissediyorum o zaman! Kimi kandırıyordu Deniz? Kime, ne lütfediyordu?! Zihnimin herbir parçasını kendisine zimmetlemişken beni nasıl özgür bırakabilirdi! Bu olsa olsa dümdüz beni bırakmak olurdu. Her zaman yaptığı gibi.

Beni bırakıp gittiği kenar mahallede beni bırakıp gittiğini kabullenmem epey zamanımı aldı. Yağız'la kalktığımız kahvehaneye geri dönüp oturdum bi' süre. Emekli amcaların beni yadırgayan bakışlarını umursamadan sessiz sessiz ağladım hep. Ağlıyormuşum yani, kahvehanede çalışan o genç çocuk gelip 'abla iyi misin, neden ağlıyorsun?' Deyince farketmiştim ağladığımı. Ne diyeyim? Benim gözlerimin olayı bu, ağlamaktan başka bir boka yaramaz, diyecek halim yoktu. Bi' adam var, beni böyle evcil hayvanı gibi bazen koluna takıyor, bazen sokağa atıyor, da diyememiştim. Üstelik bunu düşünmek benim daha şiddetli ağlamama sebep olmuştu. Bu benim hala bitemeyeceğine, Deniz'in beni burada bırakıp gidemeyeceğine inanan açık yaralarıma okkalı bir tuz kütlesi gibi oturmuştu. Öyle ki, bırakıldığı yerde bir umut geri dönülüp alınmayı bekleyen bir yavru köpek gibi burada oturduğumu anlamak çok yaktı canımı. Cevap veremedim.

Bir süre sonra sessizce masaya bırakılan, içinde yine o yeşil şey olan çay bardağıyla irkildim. Burnumu çekerek bakışlarımı genç çocuğa çevirdim. Güneşte kavrulmuş esmer yüzünde merhamet yüklü bir gülümseme, gözlerinde sıcacık bir bakış vardı. Çaresizliğimi görmüştü. Yaşım 24. Hayatımın en önemli derslerinden birini o gün o kahvehanede alıyordum. Hiçbir şey, hiç kimse, öyle senin kafanda, kalbinde büyüttüğün gibi büyük büyük değil, Ömür. Öyle uğrunda feda oldukların, isteseler yine olacakların, anlaşılmak için avaz avaz bağırdıkların, gözünün içine baktıkların... hiçbiri senin elinde değil. Anlamak isteyene, bir bakış yeter. Yaşım 24, bu çocuğun ise taş çatlasın 16'dır. Beni hayatında ilk kez bugün gördü ve bana baktığı gibi çaresizliğimi gördü. Ne kardeşlerim, ne Yargıç, ne Deniz...

Demek ki görmek isteyen, bana bakarsa her sorusunun cevabını bulabilirmiş aslında. Alamadıkları cevaplara öfkelenip beni kırıp geçenlerin hepsi, bana bir kez bile bakmıyormuş.

İçime çektiğim derince bir nefesten sonra vakur bir gülümseyişle başımı eğdim genç çocuğa. O da aynı tavırla, büyümüş de küçülmüş gibi bir olgunlukla aldı selamımı. Tek kelime etmeden sıkıntımı almış, yüzümü güldürmüştü. Hayatıma dahil olduğu kısacık bir anın sebebi buymuş gibi, vazifesini tamamlayıp gitti yanımdan. Ben de nihayet terk edildiğimi kavrayıp defolup gitmeden önce, ayıp olmasın diye, bıraktığı kivili çayı diktim kafama. Sabah Yağız'la içtiğimiz kadar güzel gelmedi tadı.

BozgunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin