the neighborhood- the beach
"Ah, Jeongin.." Gözlerimi yaklaşan yaşlı kadına değdirip hemen çektim. Yine birkaç işe yaramaz insan, sanki annem çok iyi bir anneymiş ve hepsi onu yakından tanıyan, seven insanlarmış gibi gelip beni teselli edecekti.
Buna ihtiyacım olmadığını biliyordum fakat ne yazık ki onlar anlamıyordu.
O öleli yaklaşık bir hafta oluyordu. Bu sürede abim ve babamdan çok ağlayan insanlar etrafımda dolaşmış, kendimi kötü hissetmeme sebep olmuşlardı.
Babam genelde çok sinirli oluyor ve her gece bir kavga patlak veriyordu. Artık onu suçlama işini geçmiştim. Tabiki bir ebeveyn olarak hâlâ yaptıkları doğru değildi. Fakat onun hayatını düşündüğümde sinirli oluşunu anlıyordum. Aynı zamanda abimi de anlıyordum.
İkisi sürekli tartışıyor ben salonun kenarındaki yemek masasanın sandalyesini çekip onları bekliyordum. Bağırıyor, gece yarısı evi yıkıp döküyorlardı. Onların tartışması bitip de hepsi odalarına çekilince evi temizliyor ve uyuyordum.
Tüm günler bundan ibaret paçavralardı.
Bir hafta önce Hyunjin'in yanında, öldüğünü öğrenmem ile Hyunjin Busan'a benimle birlikte gelmişti. Açıkçası pek istedim diyemem. Çünkü onunla birlikte çocuklarda gelmişti. Sekiz kişi küçücük eve sığamayacağımız gibi evi kaplayan arkadaşlarımız yüzünden buraya sığamamıştık.
Neyseki Changbin Hyungun ailesi de Busan'da yaşıyordu, ve onların evi bizimkine göre oldukça büyüktü.
Yaşlı kadın kolumu sıvazlayarak bir şeyler anlatırken kafamı sallayıp kapıya diktim gözlerimi.
İlk iki gün çocuklar tüm günlerini burada geçirirken, abim onlara bu kadar sık gelmelerine gerek olmadığını söyleyince onlarda gelmeyi kesmişti.
Daha doğrusu ben onlara söylemiştim. Çünkü abim her gün, kendim ile birlikte arkadaşlarımı peşimde sürükleyip onları da yıprattığımı söylüyordu. Ona kalırsa babamın yanında yeterince hasar alıyorduk. Bu yüzden o kendini bitirse de biz paçamızı kurtarmalıydık.
Mantıklı düşününce buna hayır diyemiyordum. İlk gün resmen feryat figan ağlamıştım. Tüm gün ya Hyunjin ya da abim teselli ediyordu beni. Fakat ondan sonra düşününce, annem öldü diye ağlamak saçma gelmeye başlamıştı.
Onun gidişinin dönüşü olmadığını biliyordum. Bu sefer yoktu. Önceden ağladığımda geleceğini düşünsem de şu an düşünemiyordum. En çok da son kez görememek üzüyordu beni. Ama, olan bir şeye çözüm yoktu. Çoğu gece zamanı geriye alamadığım için kendimi yiyip bitirsem de, çarem yoktu.
Ne geçmişi geriye alabilir ne de onu yanımda tutabilirdim.
Kapıdan giren bedeni görmemle, belli belirsiz bir gülümseme kapladı yüzümü. Birkaç saat içinde belli etmesemde özlemiştim onu. Tüm bedenim tatlı bir ürpertiyle doluyordu sanki şu an.
Sabah beni görüntülü arayıp güldürmeye çalıştığında, bugün gelmemesini gerektiğini hatta artık eve gitmesini söylemiştim. Ama saat öğleye yeni gelirken yine gelmişti.
Yanımdaki kadına dönüp bir şeyler uydururken, karşımdaki çocuğa doğru yürüdüm. İkimizde cenaze evinde olduğumuzdan gülümseyemesek de duygularımızın karşılıklı olduğu belliydi. Şu an aynı şeyleri paylaşıyorduk.
Ona baktıktan sonra arka tarafta kalan odama doğru adımladığımda, arkamdan hızla gelmişti. Ben kapıyı açıp girerken, arkamdan girerek kilitledi.
Dudağımı büzüp kollarımı boynuna sardım. Her zamanki gibi güzel kokusu burnuma doluyordu. Hiçbir parfüm yerini tutamaksızın, onun kendine özel bir kokusu vardı. Ve bu koku kollarımı her boynuna sardığımda burnumu kuşatırken beni gülümsetiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you get me so high || hyunin
FanfictionSeni kalbime kazıdım, vücudunu ezberime alırken.