4. BÖLÜM
"İki ekmek aldım eve gidiyorum, biri büyük biri küçük iki ekmek aldım."
Bir elimde ekmek poşeti diğer elimde evin anahtarını sallaya sallaya yürürken ruhumun derinliklerinden kopup gelen bu parçayla başlamıştım güne. Çocukluk arkadaşım İstanbul'a gelmiş, işe başlamadan önceki son birkaç gününü burada geçireceği için benim misafirim olmuştu ve benden mutlusu yoktu.
İçimi dışımı bilen her an ama istisnasız her an yanımda olan ablamdan sonraki tek kişiydi Gülcan. Adı gibi güler yüzlü neşesi bol bir insandı. Ve tabii neşesi bol görünen her insan kadar o da yaralıydı. Bizim yakınlığımız hem çocukluğumuzdan hem yaralarımızın birliğindendi bir yerde.
Eve girdiğimde burnuma gelen mis kokular ortak bir noktamızı daha hatırlattı. Yemek.
"Oo uyanmışız bebek. Neden zahmet ettin ben hallederdim." Arkadaşımı en iyi şekilde ağırlamak istesem de onu yabancı gibi hissettirmek istemiyordum.
"Günaydın aşkım. Ne zahmeti. Misafir miyim Allah aşkına. Keh keh keh." Bayat esprisine bayat bayat güldükten sonra ellerimi yıkayıp yardıma geçtim. Havanın soğuk ama aydınlık duruşu bizi keyiflendirmişti. İşte şimdi benim başından kalkmak istemeyeceğim kahvaltı sofram hazırdı. Birbirimizle ilgili tonlarca şeyi baştan sona konuşmuştuk. Sohbetin yalnızca bir kısmı Gülcan'ın yeni başlayan ilişkisiydi, merak etsem bile onu utandırmamak ve boğmamak için çok soru sormuyordum. O da az az anlatıyor detaya inecek olsa gözlerinin kaçırıp vazgeçiyordu. Arkadaşıma biraz daha zaman vermeliydim anlaşılan.
Ertesi gün ablamlarla görüşeceğimiz için bugünü kendimize ayırmıştık. Kahvaltıdan sonra kahve sefasını sahil kenarında yapmaya karar vermiştik. Yürüsek yarım saat sürecek yolu otobüsle giderek 10 dakikaya indirmiş, montlarımıza sıkı sıkı sarınarak dışarda bir masaya oturmayı göze almıştık.
Bacaklarıma sadığım şalı daha da sıkılaştırırken Gülcan'a kulak verdim, sigaraya gelen zamlara söverken kahvesinin tam istediği gibi olduğuyla teselli buluyordu. Sigarasını küllüğe bastırarak söndürdükten sonra derin bir nefes aldı bana baktı ve inci gibi dişlerini göstererek gülümsedi. İkimizin en çok uzlaştığı konu şüphesiz kış mevsimi sevdamızdı. O yüzden titresek bile illaki açık havada olurduk. Tam bakışlarını gökyüzüne doğru kaldırırken gözü sol arka tarafımda bir yere takıldı. Gülümsemesini hiç bozmadan bana döndü. Göz kırparak ne olduğunu sordum, başını hafifçe yana eğerek sonra söyleyeceğini belli etti. Evet, en yakın arkadaş ilişkilerinin özeti buydu bence: konuşmadan anlaşmak.
Büyük boy istediğimiz kahveleri yarılarken Gülcan masaya doğru eğildi. Ben de ona dikkat kesilince yine gözü arkaya kaydı ve "Saat üç yönü, esmer, otuz yaş civarı" diye bilgi geçti.
"Eee?" deyince devam etti.
"Bizden beş dakika sonra geldi. Geldiğinden beri seni kesiyor."
"Hmm olabilir. Senin sağ çaprazında da var bir tane. On dakikadır buraya bakıyor. Hangimize baktığını anlamadım. Bunlar birbirini kesiyor olmasın?"
Dediğime yine keh keh güldü. Bu onun dalga geçme gülüşüydü.
"Bilmiyorum, benim gördüğüm doğrudan seni süzüyor ona eminim."
"Boşver bu tipler anca bakar umursamıyorum. Sen sizden bahset hadi."
"Daha ne kadar bahsedeyim ki? Yolun çok başındayız ama hızlı da biri."
"Allah Allah? Hızdan kasıt?"
"Yani en başta temas bağımlısı. Eli hiç olmasa saçımın ucunda olsun istiyor. Arabada mesela ya eli elimde olacak ya dizimde. Bana biraz uzak şeyler ama rahatsız olmuyorum. Bir de mesela öpmek istedi geçen gün beni. Ama bayağı izin istedi."
"Ooo ilk öpüşme yaşandı yani hiç söylemiyorsun." Diyerek zorladım biraz onu, anında kızardı.
"Lan yok yanaktan öpmek için izin aldı. Yani izin gibi ama izin değil. Konusunu açtı, sordu ben tabi cevap veremedim. Flört ederek yanaştı öptü bir tane o kadar."
"Bu da bir adım Gülcan'ım" dedim pis pis bakarak. Başıma rahibe olacaktı neredeyse.
"Kız dinime küfreden Müslüman" diye dalga geçtiğinde çıtımı çıkarmadım sonuçta sap olan bendim bu masada.
Yaklaşık kırk-elli dakika daha sonra kalksak mı diye konuşurken arkamdan geçip sağ tarafıma gelen birini hissettim. İzleniyormuş hissine kapılınca o tarafa döndüm ve kaşları burnunun ucuna değen bir adet Ushan ile karşılaştım. Başını eğerek hafifçe verdiği selamdan sonra aynı şekilde karşılık verdim şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak. O doğruca çıkışa doğru ilerleyecek zannetsem de yolunu uzatarak Gülcan'a bahsettiğim adamın masasına doğu yürüyünce izlemeye devam ettim. Masanın yanından geçerken dahi orada oturan adamla birbirlerine bakmayı sürdürdüler. Sırtı dönük olsa bile duruşundan anlıyordum onun da baktığını.
Gülcan'a baktığımda onun da bu bakışmayı izlediğini gördüm.
"Oha" dedi "haklıymışsın, birbirlerini kesiyorlarmış."
Bu söylediği ona kahkaha attırırken beni şaşkınlıkla gülümsetti.
"Daha önemlisi neden selamlaştınız?"
"Eniştemin arkadaşı." dedim kısaca.
"He belki ondan sana bakmıştır ama giderken öbür adamı bile gerdi tavrıyla. Ne yapmaya çalıştı sence?" diye sordu imalı imalı.
"Niyetini sezecek kadar tanımıyorum onu." Dedim doğruydu da.
"İnsanın bakışından anlaşılır niyeti. Anladım ben."
"Ne anladın mesela kestiği adama ilgisini mi?" okları kendi üzerimden çekmek istiyordum. Ama Gülcan sonsuz açık sözlülükle lanetlendiği için "Yok seni yemek istediğini. Hiç de öyle arkadaşının baldızına bakar gibi değildi. Sırf seni izledi desem yeridir. Her karışını ezberledi. Hayranın gibiydi. Yanındaki adamı bile dinlemiyor gibiydi. Öyle diyeyim sen anla" dedi. Kaşlarını havaya kaldırıyor göz kırpıp şekilden şekle sokuyordu suratını.
Koluna vurduğum yumrukla birlikte "kalkalım." dedim.
Karışmasındı kafam, yolum belliydi, iki kelam ettiğim adamla ilgili hiçbir şey düşünmek istemiyordum. İstemiyordum işte. İstemiyordum.
*
Akşam için hazırladığım dehşet lezzetli bir yiyenin bir daha yemek için adam bıçaklayacağı bolonez soslu makarnamı tabaklamıştım. Gülcan köfteleri masaya götürmüş içecekleri servis etmişken ben de makarnaları masaya bırakıp yorgunlukla yerime oturdum. Tüm gün deli gibi gezmiş pasajları alt üst edip alışveriş yapmıştık. Gülcan bana hediye bir etek bir de kışlık ama kısa bir elbise almıştı. Ben de ona pantolon ve kazak. Kısacası kendi alacaklarımızı almayıp birbirimizin alacaklarını ödemiştik. Benim en sevdiğim kısım ise bakım maskeleri, parfümler ve takılar olmuştu. Favori mekanlarım hep bijuterilerdi zaten.
"Yarın nasıl yapalım. Sabahtan mı geçelim ablama?"
"Görümcesi de onlarda demiştin değil mi?" bunu sorarken memnuniyetsizliğini gizlemeye çalışıyordu ama sesinden bile anlaşılıyordu.
"Evet. Asude kadın sabahtan arayıp darlamazsa akşamüzeri bir kahveye gidelim bence." diyerek yolunu açtım onun. Nur'dan hoşlanmıyordu ve onu istemediği bir ortama sokmak istemezdim.
"Daha gelmeden aradı Asude abla. Şimdi böyle ayıp olur. Sabah gidelim biz. Özledim zaten onu doyamam öyle birkaç saatte."
"Sen bilirsin yavru kuş."
Biz daha yemeklerimizi yarılamışken ablam aramış sabah 10'da burada olacaksınız demişti. Ben de sabah aramazsa gitmeyiz diyordum. Kaç yıllık ablamı hiç tanıyamamıştım cidden.
Bulaşıklar yıkanmış, instagramda turlar atılmış ve üzerine iki tane Türk filmi izlenmişken gecenin bu saatinde Gülcan son sigarasını tüttürmeye balkona çıkmışken telefonla uğraşıyordum ki üstten bir bildirim düştü. Bu bildirim beni olduğum yerde gerim gerim germeye yetti.
@akifushan sizi takip etmek istiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
USHAN
ChickLitZeynep dışardan baktığınızda duruşuna hayran kalacağınız, 24 yaşında, üniversite mezunu, psikolojik çalkantılarının farkında ve bu farkındalıkla ne yapacağını bilemeyen genç bir kızdır. Ushan ise 24 yaşında, üniversite mezunu, psikolojik çalkantıla...