Hastanenin bahçesindeki küçük çardakta tek başıma oturup soğumaya başlayan çayımı içmek, mesleki hayatımda en çok keyif aldığım şeylerin başında geliyordu. Havanın nasıl olduğunun bir önemi de yoktu. En soğuk havada bile montumu, beremi giyip gelirdim. Çünkü günün tüm yorgunluğuna rağmen dışarıda beni bekleyen bir yaşamın varlığı kanımı kaynatırdı. İnsanların koşuşturmaları, çalışanların işlerini bitirebilmek umuduyla akşamı iple çekmeleri, arabaların akıl almaz gürültüsü, görünmez nefesler alıp veren ağaçlar, kendi kendine dönen dünya...
Oldum olası ilgimi çekerdi. Memur çocuğu olmanın her yanını birebir yaşadığım içindi belkide bu ilgim. Sürekli çalışmak zorunda olan anne babam yüzünden evimize, çokça da odama hapsolmuş küçüklüğüm hala içimde sızlanıp duruyordu. Bayram tatillerinde gidilen telaş yüklü yazlıklarda gece yarılarına kadar oturup yıldızları izlemem de, buraya kaçmam da bu yüzdendi.
Yaşamayı seviyordum.
"Bazen senden çok iyi bir şair olacağını düşünürdüm." Demişti annem tıp fakültesini kazandığım gün. Gururlu görünüyor, mesleğini devam ettirdiğim için bana gözleri yarı yaşla, yarı minnet dolu bakıyordu. "Doğayı seviyorsun diye..."
Gülümsemekle yetinmiştim o zaman. Ben değişmedim, demek hiçbir anlam ifade etmeyecekti. Yaşamayı sevdiğim için yaşatmayı seçtim desem anlayacak mıydı? İşkolik bir kadındı hep. Babamla nasıl tanıştığını dahi arkadaşı anlatmıştı bana. Komikti çünkü işine canıyla bağlı olan annem, ülkenin en iyi çocuk doktorlarından biri olan Eda Çakır Bozan, kendi öz çocuğuna ayıracak zaman bulamazdı.
Elbette ona haksızlık edecek değilim. Beni mükemmel bir disiplinle büyütmüş, küçük yaşımda sorumluluklarımın bilincinde olan bir birey olmamı sağlamıştı. Şimdi de izinden gitmemi istiyordu. Ki yıllar sonra ikimizi ilk defa karşı karşıya getiren kavganın altında yatan temel nedende bu elzem istekti. İşin garip yanı zihnimde vurdumduymaz bir baba olarak yer edinen babamın anneme kıyasla daha katı olmasıydı şüphesiz.
"Hayatımda birisi var." Dememle başlayan bitmek bilmez kavgaların fitilini ateşleyen şeyse hayatımdaki kişinin çocuklu bir asker olmasıydı. Hem asker, hem çocuklu... Ve ben iyi bir doktor olmalıyım. Tam anlamıyla büyük bir karmaşa.
Olmazlar, denk değilsinizler, kendime göre birini bulmak zorundaymışımlar... Fakülteden eski sevgilimi bile bulup araya sokmaya çalışmışlardı. Ne olmasını umduklarını bilemiyordum. Belki de Yasin'i unutup ona geri dönebileceğimi düşünmüşlerdi.
Saçmalık.
Elbette onlara böyle söylemedim. Yasin'in bana karşı saygılı olduğunu, Helin'in nasıl mükemmel bir evlat olduğunu anlattım tane tane. Sonuç? Kanımdan olmayan bir çocuğa bu kadar bağlanmış olmamın psikolojik bir desteğe ihtiyaç duyduğum anlamına geldiği oldu.
"Doktor hanım!"
Çardağın biraz ötesinde bana seslenen kadına döndüm dalgın dalgın. Hastanenin kıdemli hemşirelerinden birisiydi ve sivil hayatımda arkadaşlık etmekten mutluluk duyacağım bir alçakgönüllülüğe sahipti.
"Yasin Bey burada. Haberiniz var mı?" Diye devam etti benim konuşmadığımı görünce. Aramızdaki disiplini bozmamıştı. Başımı ağır ağır sağa sola sallayıp ayaklandım, masanın üzerindeki yarısı bitmiş, dumanı hala tüten çayımı elime aldım. Beyaz kupadan süzülen sıcaklık tenimi ısıttı anında.
"Teşekkür ederim haber verdiğin için. Neden geldiğini söyledi mi?"
"Askerlerinden birisi rahatsızlanmış, onu getirdi. Sizin mesaiye kaldığınızı bilmiyor sanırım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dağ Ceylanı | Texting | Tamamlandı
Historia Corta0537******* ; Yanıyorum Akif 0537*******; Söndürelim mi? Başlama Tarihi: Aralık 2021