Kütüphanede yaşananların üzerinden üç koca gün geçmişti. Gülfem, Mehmet'in getirdiği davetiyeyi ilgisizce bir kenara atıp daveti görmezden gelmiş ve St. Clairs'le oyunlarını yarım bırakmıştı. Bu davranışı oyundan korktuğu için değildi; oyunu kazanacağını biliyordu. Ama neredeyse onu öpecek olan bir adamın gözlerinin içine bakıp hiçbir şey yaşanmamış gibi davranacak gücü henüz kendinde bulamamıştı. Dalgınca elindeki kitabı kucağına bıraktı ve saçlarını omzundan geriye ittirdi. Yağmur öncesi bastıran, tatsız, nemli bir hava vardı. Alnında biriken teri parmak uçlarıyla kurulayıp hayretle ellerine baktı. Neredeydi o bahsedilen yağmurlar? Bir an önce yağsalar iyi olacaktı.
Ne yapacağına karar veremeyerek ve bu bunaltıcı havada hiçbir şey yapmak istemeyerek gözlerini camdan tarafa çevirdi. Mavi burnunu cam kapılara dayamış, havlayıp duruyordu. Köpeğinin bu komik inadı dudaklarında küçük bir tebessüm şekillendirdi. Kucağındaki kitabı koltuğun üzerine bırakıp ayaklandı ve üzerindeki gömleği düzeltip Mavi'ye doğru ilerledi. Köpek onun geldiğini fark ederek kocaman gözlerini ona çevirmiş ve ilgiyle kuyruğunu sallamıştı. Belli ki onu dışarı çıkaracağını düşünüyordu. Bacaklarına sürtünerek etrafında birkaç tur atınca teslim olurcasına eğilip köpeği kucağına aldı ve "Bu kadar sevimli olmayı bırakmalısın," diye mırıldandı. Köpeğin kulaklarının arkasını karışırken Mavi rahatlayarak dilini dışarıya sarkıtmış, gözlerini sahibine dikerek onu izlemeye başlamıştı. Gördüğü ilgiden memnun olduğunu göstermek istercesine birkaç kez havladı.
"Hadi seninle biraz oynayalım!"
Mavi'nin en sevdiği sopayı yakındaki sehpanın üzerinden alarak balkon kapısını açtı ve heyecanla kucağında çıldıran Mavi'yi düşürmemeye çalışarak dikkatle merdivenlerden indi. Şu kadarcık hareket bile terlemesine sebep olmuştu. Sırtından akan ter bel oyumuna ulaşınca tatsızca dilini dişlerine sürtüp şaklattı. Yağmurun bir an önce yağmasını umarak Mavi'yi yere indirdi ve elindeki sopayı heyecanla yerinde hoplayıp duran küçük dostuna doğru sallayıp "Bunu da kaybedersen," dedi uyaran bir tonda. "Kendine yeni dal bulmak zorunda kalacaksın Mavi." Hav! "Havlama bana!" Hav-hav! Gözlerin devirip homurdandı: "Küçük ukala!"
Köpek fırlattığı dalın arkasından ok gibi fırlayınca gülümseyerek onun çalıların arasına kaybolmasını izledi. Bütün ağırlığı sağ dizine vermiş, ellerinden birini kalçasına dayayıp diğerini gözlerini kamaştıran ışığı kesmek için alnına siper etmişti. Köpek koşarak dalı ona getirip önüne bırakınca gülümsedi. Eğilip ufaklığın uzamış tüylerini sevdi ve "Doğru yoldasın," dedi neşeyle. "Belki bir ödülü hak ediyorsundur." Sopayı yerden alıp köpeğin etrafında geniş bir daire çizdi, köpek kuyruğunu sallamayı bırakmadan hevesle sopayı takip ettiğinde gülümsedi. Sopayı tüm gücüyle fırlatmadan önce göz ucuyla köpeğe bakıp "Bunu da getirirsen eğer," dedi sevimli bir pazarlığa girişerek. "Sana olan inancım artacak." Hav! "Hemen şımarma!" Sopayı fırlattı ve köpeğin yeniden çalıların arasında kaybolmasını izledi.
"Hayvanlarla konuşmak kesinlikle normal değil."
Gafil avlanarak yerinde sıçradı ve tırabzanlara kalçasını dayamış Mehmet'e döndü. İkizi kaşlarını alayla havalandırmış, ilgiyle onu izliyordu. Göz altları uykusuzluktan mor halkalarla sarılıydı. Dün geceki etkinlikten ne zaman döndüğünü bilmiyordu ama gün doğumundan sonra olmalıydı. Çünkü Gülfem bir başka uykusuz geceyi daha günün ilk ışıklarına kadar kitap okuyarak geçirmişti. Ellerini arkada bağlayıp yerinde yaylandı ve "Yürüyen bir ölü gibi görünüyorsun," dedi alayla. "Mezarını ne zaman terk etmiştin?"
Mehmet gözlerine giren saçlarını karıştırıp esnemesini kapatmaya zahmet bile etmeden "Çok olmadı," dedi ilgisizce. Mavi'nin havlamaları uzaktan duyuluyordu. "Seninki yine sopasını kaybetti!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Dükü Kendine Aşık Etmenin Üç Başarısız Yolu
Tiểu thuyết Lịch sửGülfem ve Mehmet, Osmanlı sarayından anneleri tarafından kaçırıldıklarında henüz on yaşındalardı. Hayat onları Odessa'dan Berlin'e, Berlin'den Viyana'ya ve Viyana'dan Paris'e sürüklemiş ve en sonunda da Londra'ya getirmişti. Savaşlar, isyanlar, entr...