Gülfem odada birinin öksürdüğünü duyduğunda tedirgin bir şekilde yerinde kıpırdandı ve kalan bütün gücünü harcayarak gözlerini araladı. Kendini bitkin hissediyordu. Ellerini yatağa bastırarak doğrulmak istedi ama ilk denemesinde başı yastığa geri düştü. Olan biten her şey yavaş yavaş zihnine dolarken derin bir nefes alma ihtiyacıyla bir kez daha doğrulmaya çalıştı. Üzerinde ipek geceliği vardı. Ayaklarının altına sıcak kiremitler konmuş, odanın geldiği günden beridir her gece aralık bıraktığı penceresi sıkı sıkıya kapatılmıştı. Onun doğrulduğunu fark eden kişi -hala kim olduğu konusunda emin değildi- atılıp onu kolunun altından kavradı."Gülfem biraz daha dinlenmelisiniz." Maddie'nin kaygılı sesiyle Gülfem'in kalbi sakinleşti. "Henüz toparlanmadınız."
"Hasta olmaya niyetim yok Maddie." Sanki her bir harf boğazını parçalayarak dudakları arasından havayla temas ediyordu. "Endişelenme!" Odanın mum ışığıyla aydınlatıldığını fark ettiğinde "Saat kaç?" diye sordu. "Gece yarısını geçti mi?"
Maddie kadının insanı kudurtan inadıyla ilgili Fransızca söylenirken Gülfem gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak ayaklarını yataktan aşağı sarkıttı. Maddie az daha genç kadının bu pervasızlığı yüzünden kalp krizi geçirecekti. "Ne yapıyorsunuz?" Atılıp ayağa kalkmaya çalışan Gülfem'i kolundan kavradı. "Ah, Yüce Tanrım! Maddie kulun nasıl bir günah işledi ki ona böyle bir efendiyi layık gördün?"
"Neyim varmış benim?" Ayağa kalkınca bir an için yer ayakları altından kayar gibi olsa da hızla dengesini sağladı. "Sana diğer efendiler gibi davranmamı mı isterdin?"
Maddie, Gülfem'den önce yanında çalıştığı soyluları düşündü. Neden onu seçtiğini, hatta o İngiltere'ye kaçarken neden ona yardım ettiğini, onunla geldiğini düşündü. Onun adaletini, yaptığı iş için verdiği ücretin cömertliğini, maddi konularda sıkışık oldukları şu son birkaç ayda bile asla onların maaşlarını geciktirmediğini düşündü. Gülfem yastığın altından bir şey aldı. Bu sırada Maddie girmesi için ona kolunu uzatmıştı. "Söyleyin bakalım," yüzünde kocaman bir gülümseme vardı, "nereye gidiyoruz?"
"Mutfağa."
Kadının uzattığı koluna girdi. Herkes çoktan yatmış olmalıydı. Loş koridorlardan yürüyüp dar merdivenlerden inerek mutfağa ulaştılar. Maddie oturması için Gülfem'e bir sandalye çekti. Kuru et, biraz peynir, birkaç yumurta buldu. Kurumuş ekmeği Maddie temiz suyla ıslattı. Hazırladığı şeyleri Gülfem'in önüne bırakırken onun meraklı bakışlarına karşılık "Siz döndükten sonra," dedi sessizce, "Harden Dükü ve Prens George arasında bir tartışma yaşandı." Bir bardak su doldurdu genç kadına ve karşısındaki sandalyeye oturdu. İlk kez boş ve karanlık bir mutfakta karşılıklı oturup sohbet etmiyorlardı. Tedirgin bakışları rengi hala yerine gelmemiş genç kadının yüzünde gezindi. "Prens Hazretleri, sizin suya düşmenizin Dük'ün suçu olduğunu ve sizi daha en başında yalnız bırakmamaları gerektiğini söyledi."
"Suya düşmem hiç kimsenin hatası değildi." Ağzına bir parça ekmek atıp ağır ağır çiğnedi. "Hatta en başında benim planladığım bir şeydi."
"Tahmin etmiştim, Gülfem." Onaylamaz bir tavırla başını iki yana sallayıp "İşlerin nasıl olup da bu noktaya geldiğini bilmiyorum," diye mırıldandı, "ama sizin iskelede yürürken düştüğünüzü söylediklerinde aklınızda böyle bir düşünce olduğunu anladım."
"Dük'e kızgındım." Suyundan bir yudum içti. Boğazındaki batma hissi hala geçmese de kendini daha iyi hissediyordu hiç şüphesiz. "Mantık çerçevesinde hareket etmedim." Maddie'nin endişeli bakışları çıplak boynunda gezindiğinde istemsizce boynunu ovuşturdu. "Elbiselerin ağırlığını ve suyun derinliğini hesaba katmadım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Dükü Kendine Aşık Etmenin Üç Başarısız Yolu
Historical FictionGülfem ve Mehmet, Osmanlı sarayından anneleri tarafından kaçırıldıklarında henüz on yaşındalardı. Hayat onları Odessa'dan Berlin'e, Berlin'den Viyana'ya ve Viyana'dan Paris'e sürüklemiş ve en sonunda da Londra'ya getirmişti. Savaşlar, isyanlar, entr...