"Ne kadar az konuşursan..."
"O kadar az dikkat çekerim, biliyorum." Araba değiştireceği köşede onunla bekleyen ikizine dönüp gülümsedi. "Sana söylediklerimi unutma!" Yaklaşan at arabasının sesini duyduğunda karanlıktan çıktı ve üzerindeki gece karası ipek pelerinin kapüşonunu başına çekti. "Bu plan ancak ikimiz de üzerimize düşeni harfiyen yerine getirirsek başarılı olur."
Mehmet ellerini dudaklarının iki yanına dayayıp uzaklaşan ikizine İtalyanca "Plan yapmaktan keyif aldığını bu kadar belli etme," diye seslendi. "Ve dikkat et!"
Arabacının uzattığı elinden destek alarak arabaya bindi ve kapı kapandığı anda gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Çukur'a giderken iki araba değiştiriyorlardı. Kendi arabaları onları köprünün başında bırakıyor, Mehmet'le ikisi oradan başka bir arabayla Çukur'un üç sokak aşağısına kadar geliyorlardı. Oradan da Çukur'a iki ayrı arabayla geçiyorlardı. Böylece takip edilme riskini de en aza indirmiş oluyorlardı. Araba yavaşlayınca kendini cesaretlendirmek için derin bir nefes aldı. Başarısız olmak gibi bir şansı yoktu, bu gece ne olursa olsun ellerinde kalan parayı ikiye katlamamalılardı. Aksi halde... Aksi haldesini şu anda düşünmek istemiyordu. Arabacıya birkaç şilin verip Cehennem Çukuru'nun demir kapısının önüne kadar ilerledi. Buraya ulaşmak için önce bahçe kapılarını geçiyorlar, ardından da içerideki bu mütevazi(!) kapıya ulaşıyorlardı. Bahçe buraya gelenler için gerekli mahremiyeti sağlıyordu.
Üzeri çeşitli kabartmalarla süslenmiş -Truva Savaşı tasviriydi- demir kapının yanında dikilen devasa adamı başıyla selamladı. Uzun saçlarını ensesinde sıkıca toplamış adamın sol kulağında halkadan bir küpe vardı. Köle olmalıydı. En azından bir zamanlar köleydi. Elindeki davetiyeyi ona uzatacaktı ki "Dük sizi geçen seferki odada bekliyor," karşılığını aldı. Onun araladığı kapıdan girmeden önce durdu, adamın kapkara gözlerine baktı. "Gelmenizi beklediği üçüncü gece bu."
Dudaklarına küçük, sıcacık bir gülümseme yayıldı. Adamı yeniden başıyla selamladı ve girişte bekleyen genç kadına omuzlarındaki ipek pelerini verdi. Onun gözlerinde beliren hayranlık belki de bu gece her şeyin yolunda gideceğine dair bir işaretti. Şık tablolar asılı, pahalı heykellerle süslü uzun koridorun sonundaki kadife perdeleri araladı ve salona girdi. Yanından geçtiği herkes dönüp bir kez daha ona bakıyordu. Simsiyah bir elbise giyiyordu. Siyahın yas tutanların rengi olduğu düşünülürse belki de onun bu renkle burada belirmesi göze batıyordu. Operaya giderken giymediği için pişmanlık duyduğu elbise vardı üzerinde. Elbisesinin kollarındaki tülü çıkarmışlar, bunun yerine dirseklerinin üzerine kadar çıkan dantellerle süslenmiş siyah tül bir eldiven yapmışlardı. Elbisenin tül boğazını da çıkarmışlar ve bu boşluğu siyah incilerle süslenmiş gösterişli bir gerdanlıkla doldurmuşlardı. Maskesini de dantellerden ve tüllerden yapmışlardı. Güzel, karanlık ve vahşi görünüyordu.
"Gözlerimiz sizi aramıştı güzel hanımefendi!"
"Sizi göremeyeceğimizi sanmıştık."
Yanında beliren adamlara buz gibi birer bakış attı. Tek bir gülümsemesi için burada neler feda edilebileceğinin farkındaydı. Kalabalığa karıştı. Ondan bir yarım saat kadar sonra -anlaştıkları saatte- ikizi içeri girdi. O gelene kadar Gülfem dikkat çekmemek için küçük kazançlı oyunlarda zaman harcamıştı. Etrafında dönüp duran adamların hiçbiriyle konuşmamış, hatta doğru düzgün göz teması bile kurmamıştı. Sürekli Dük'ün onu beklediğini söyleyen iç sesine rağmen oyun oynamayı sürdürmüştü. Çünkü iyi olduğu şey buydu: Sayılar. Mehmet birkaç kişiyle sohbet ederken ağır ağır yüksek meblağlarda iddialarla oynan bir masaya doğru ilerledi. Küfürler savurarak kalkan yaşlı bir vikonttan kalan boşluğu doldurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Dükü Kendine Aşık Etmenin Üç Başarısız Yolu
Historical FictionGülfem ve Mehmet, Osmanlı sarayından anneleri tarafından kaçırıldıklarında henüz on yaşındalardı. Hayat onları Odessa'dan Berlin'e, Berlin'den Viyana'ya ve Viyana'dan Paris'e sürüklemiş ve en sonunda da Londra'ya getirmişti. Savaşlar, isyanlar, entr...