Not: Bölümü attığını sanıp kimse okumuyor, yorum yapmıyor diye üzülen yazarınız konuşuyor. Selam🤓 Şimdi hep birlikte bugün Cumartesi gibi davranıyoruz.
St. Clairs kadının isteğini kabul ederek onu yere indirmişti. Buna rağmen bakışları kadın her an sendeleyip düşebilir endişesiyle bir an için de olsa onun üzerinden ayrılmıyordu. Merdivenlerden indiler, Gülfem söz verdiği gibi onun arabasına ilerledi ve arabacının uzattığı eli tutarak arabaya bindi. St. Clairs de onun arkasından arabaya binmişti. Gülfem'in dalgınca dışarıyı izlediğini fark ettiğinde önünde diz çöküp ayakkabılarını çözmeye başladı.
"Ekselansları ne-"
Adam kadının bağcıklarını çözdüğü botlarını nazikçe çıkarken "John," dedi aksi bir tavırla. "Adım John!"
"Size adınızla seslenmemin uygun olmadığını biliyorsunuz."
Sıcak tuğlaların üzerine koydu kadının ayaklarını ve "Lanet olası Fransa Kralı'na bile adıyla sesleniyorsun," diye tısladı. Kaşları çatılmış, bakışları koyulaşmıştı. Başını kaldırıp da Gülfem'le göz göze geldiklerinde "Beş para etmez kuzenime de öyle," diye ekledi. Doğruldu. Kadının yanına oturdu ve onu kucağına çekip kadının ayaklarını bacaklarının arasından geçirdi. Gülfem itiraz etmeden onun kucağına oturmuş, ayaklarını sıcak taşa dayamıştı. Burunları birbirine çarpacak, birbirlerini ısıtacak kadar yakınlardı. "Bir tek bana adımla seslenemiyorsun."
"Çünkü..." Gözlerini adamdan çekip adamın omzuna sığındı. Konuşmaya mecali olup olmadığından bile emin değildi. "Çünkü onlar..."
St. Clairs yumruğunu arabanın tavanına gürültüyle vurdu: "Onlar ne?"
"Onlar arkadaşımdı, Ekselansları."
Adamın kulağına eğilip "Ben değil miyim?" diye sorduğunu duyduğunda buruk bir gülümseme kıpırdandı dudaklarında ve adamın sorusuna yanıt vermekten kaçındı. Değildi. Onların arasındaki şey her ne kadar yara almış olsa da bundan daha fazlasıydı. Adamın da bunu adı gibi bildiğine emindi. Gözlerini kapatıp soruyu yanıtsız bıraktı. Yolculuğun daha en başında uykusunun gelmeyeceğini, karanlığa boğulmuş düşüncelerini onu rahat bırakmayacağının kabullenmişti. Çocuksu bir arzuyla yine de uyumayı denemiş ama başaramamıştı. Mehmet'e gönderdiği mektuba yanıt alması nereden bakarsa baksın üç günü bulurdu. Ne yanıt alacağını bilemiyordu. Üstelik alacağı yanıttan da ödü kopuyordu. Adamın ona gözünü bile kırpmadan yalan söylediğini bildiği için belki de daha dün kendini güvende hissettiği sıcaklık bugün onun beklenmedik bir uykuya dalmasını imkansızlaştırmıştı.
Yol üzerindeki hanların neredeyse hepsinde durarak ya Gülfem'in ayaklarının altına koyduğu sıcak taşı değiştirdiler ya da sıcak bir şeyler atıştırdılar. Gülfem sürekli bir yerlerde durmalarına itiraz etse bir süre sonra -sanırım durdukları dördüncü handı- pes ederek itiraz etmeyi bıraktı. Boşa kürek çekiyordu. St. Clairs'in ısrarıyla üzerine örttüğü battaniye, ayakları altındaki sıcak taş ve adamın sıcağı arasında zafiyet geçirmesi işten bile değildi. Yine de düşüncelerinin boğucu sisinde saklanan uykunun peşine takılmaya çalıştı. Bu kat kat sarmalar bir sonuç vermiş ve Pemberley'e yaklaşırlarken Gülfem kısa süreliğine de olsa uykuya dalmıştı. Saat gece yarısına yaklaştığı için ortalık sakindi. Mary ve misafirleri yol yorgunu oldukları için yemek yiyip odalarına çekilmiş, hizmetçiler de ortalığı toparlayıp Dük için hazırlıklarını tamamlamıştı. Gülfem'i uyandırmak istemeyerek onu kucağına aldı St. Clairs. Şu anda ne onları kapıda karşılayan kahya Milford'un ne de şaşkınlıktan ağızları açık kalmış hizmetçilerin bakışları umurundaydı.
"Efendim genç hanımefendi iyi mi?"
Kadını uyandırmamak için kısık sesle "Biraz rahatsız Milford," dedi. "Odasındaki şöminenin yandığından emin olun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Dükü Kendine Aşık Etmenin Üç Başarısız Yolu
Historická literaturaGülfem ve Mehmet, Osmanlı sarayından anneleri tarafından kaçırıldıklarında henüz on yaşındalardı. Hayat onları Odessa'dan Berlin'e, Berlin'den Viyana'ya ve Viyana'dan Paris'e sürüklemiş ve en sonunda da Londra'ya getirmişti. Savaşlar, isyanlar, entr...