29 Mart günü gelip çattığında Giray, Anadolu ve Emrah Komiser'in içinde bulunduğu gruba seminerimi yapacaktım. Aycan, neredeyse iki aylık olmuştu ve Giray'ın hâlâ ondan haberi yoktu. Giray'la dolu dolu iki cumartesi geçirmiştim. Bakıcımız ekstrayı kabul etmişti ama bunu ücretine yansıtacağını belirtmişti. Maaşımı o günlerde aldığım için sorun etmemiştim ama ay sonuna doğru sıkıntı yaşayacağa benziyordum.
Pazar günlerimi Aycan'a ayırdım. Onunla günün çoğunluğunda tembellik yapıp yattık. Bir seferinde de onu bir bebek mağazasına götürdüm. Gördüğüm her şeyi beğeniyor ama almadan es geçiyordum. Şimdilik Elif'in kızı Duru'nun eskileri ile idare etmeli ve sadece bebek bezi için bütçe ayırmalıydım.
Bakıcımızla samimi bir diyalogumuz yoktu. Ne bana ne de Aycan'a şimdiye kadar adımızla hitap etmişti. Belki de gayrimeşru bir çocuk olduğunu biliyor ve sadece para için bize katlanıyordu. "Bebek," diyordu Aycan için.
"Bebek doymuyor."
Aslında bunun ben de farkındaydım. Sadece öğle araları emzirmem ona yetmiyordu. Sütümü sağıp bıraksam bile aç bir şekilde mememe yapışıyordu ve bu görüntü daha çok üzülmeme neden oluyordu. O yüzden Giray'la takılmaya başladığım ilk gün bütçemi zorlayacak bir karar daha verdim. Mama desteğine başladık.
Giray'la evde takılmaktan ziyade dışarıdaydık. Kahvaltı için küçük mekânlara gidip akşama kadar gezmiştik. Bir tekne turuna binip boğaz havası almış, Büyükada'da bisikletle yarışmıştık. Son altı yıldır hiç gülmediğim kadar gülmüştüm. Giray'la gerçekten baştan başlamış, yeni tanışan bir çift gibi el ele tutuşmanın ötesine geçmemiştik.
"Bir kızımız var Giray," cümlesi onun yanındayken dudaklarıma baskı yapıyor ama dışarıya çıkmasına müsaade etmiyordum. Artık içimi farklı bir korku sarmaya başlamıştı. Giray'la mutluydum, hiç olmadığı kadar mutluydum ve bunun bozulmasını şimdilik istemiyordum.
Elif, beni defalarca aradı ama hiçbir çağrısına dönmedim. O benim vicdanımın sesiydi ve şu an onu dinlemekten korkuyordum. Giray'la baştan başlamamı onaylamayacak en azından Aycan'ı söylemem için baskı yapacaktı. Şu an yüzleşmeye hazır değildim.
Eski ekip arkadaşlarım toplantı odasını doldurunca yerimi aldım ve bir eğitimci gibi karşılarına dikildim. Giray ve Anadolu, yüzünde garip bir sırıtışla beni izlemekteydi. Beni hiçbir zaman sevmeyen Emrah Komiser'in kaşları çatıktı. Diğer arkadaşların ise daha tarafsız bir yüz ifadesi vardı.
"Değerli meslektaşlarım, bazılarınızın bildiği üzere altı aylık bir kurs için Cinayet Büro Amirliği tarafından FBI'ın Ouantico'daki akademisine gönderildim."
Uzaktan kumandaya bastım ve kampüsün fotoğrafları ekrana yansımaya başladı. Emrah Komiser, "Bu kursa senin gönderilmiş olman da büyük şaibe," dedi.
"Bu konuyla ilgili bir sorununuz varsa Asaf Amir ile görüşmenizi öneririm komiserim," dedim ve önüme döndüm. Ondan bana iğneleyici ifadeler geleceğini biliyordum. Kendimi kısmen hazırlamıştım. Özgüven tazelemesi yaparak konuşmama devam ettim.
"Bu kurs kapsamında lisans ve yüksek lisans düzeyinde davranış bilimleri, adli bilim, terörizm, liderlik geliştirme, iletişim, sağlık ve zindelik dersleri aldım. Şimdi sizlerle bu derslerde önemli gördüğüm noktaları paylaşacağım. Bunlardan birincisi başarılı bir mülakatçının profili. Bizim polis olarak temelde iki görevimiz vardır. Bunlardan birincisi suç işlenmemesi için gerekli tedbirleri almak ve ikincisi tüm önlemlere rağmen işlenmiş olan suçların sorumlularını yakalayarak adalete teslim etmek. Tabii ki görevimiz burada bitmiyor. Bazen Olay Yeri İnceleme Ekibi'ne dâhil olup kanıt arıyoruz ve bazen mülakatçı olup sorgulamalar yapıp gerçeği aydınlatmaya çalışıyoruz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayata Dönüş #Aşk-ı Polisiye V#
Mystery / ThrillerSERİ TAMAMLANDI. Hiçbir şey ortada apaçık duran gerçek kadar yanıltıcı değildir. İmkânsız olamayacak kadar gerçek, mümkün olabilecek kadar olası bir cinayeti çözmeye hazır mısınız?