Bir

2.1K 96 145
                                    

Bulamaca benzeyen çorbaya kaşığımı daldırıp çıkardım. Yemek seçen biri değildim ama bu gerçekten tüketilecek gibi değildi. Kasemin yanına bırakılan bir parça bayat ekmeği ağzıma atıp geviş getirircesine çiğnemeye başladım. 

"4, son üç gündür yalnızca karbonhidrat tükettin." 

Doktor kollarını kavuşturmuş, öfkeden uzak fakat onaylamayan bakışlarıyla tepeme dikilmişti. Evet, doktor. Her ne kadar yüzlerce kez ısrar etmiş olsa da babam olmadığını biliyordum. Haberi yoktu ama on yaşımdaki halimi, hatta daha öncesini bile hatırlayabiliyordum. Normal bir ailemin, kendime ait bir yaşantımın olduğu zamanları. Ve gerçekten bir babamın olduğu zamanları. Şimdiyse hiçbir şey bana ait değildi. 

Doktor "Derhal çorbanı bitir. Tekrar etmeyeceğim."  diye çıkışınca bir anda düşüncelerimden sıyrılıp çorbayı kaşıkladım. Bugün elektrik ile şoklanma günümde değildim.

"Babayı kızdırma." diye fısıldadı 13. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Benden sekiz yaş küçük olduğu için anlamamasına hak veriyordum, üstelik anladığım kadarıyla buradaki hiç kimse önceki yaşantısını hatırlamıyordu-tabii bir yaşantıları varsa. 

Ayrıca 13'ü severdim, çok fazla konuşmasak da neredeyse her gün birlikte oyun oynar ya da boyama yapardık. Dokuz yıldan sonra anlamıştım ki biriyle anlaşmak için konuşmaya gerek yoktu. 

"Bir şey yapmıyorum." 

Çorbayı bitirdim, sona ben kalmıştım anlaşılan. Herkes bitirmeden dışarı çıkmak mümkün değildi. Dışarıdan kastım, yan odaydı. Yemekten sonra tam bir saatlik boş vaktimiz olur, herkes oyalanacak bir şeyler yapardı. Genelde hayal kurar, doktorun verdiği görevleri çalışır ya da çocuklarla vakit geçirirdim.

"Şükür zamanı!" Doktor kıvrak hareketlerle masanın başına geçti ve biz el ele tutuşurken her yemekte yaptığı şükür konuşmasını tekrarladı. Ezberden dediklerini tekrarladım ve bittiğinde nihayet biraz yalnız kalabileceğim için şükrettim. 

"Bekleyin! Sizi biriyle tanıştıracağım." Doktor'un ikazıyla hepimiz heykel kesildik. 13 elimi daha da sıkı kavrarken rahatlatıcı olmayı umarak ona göz ucuyla baktım. "Buraya gel, Henry." 

Kapıdan içeri uzun, sarı saçlı ve soluk benizli bir genç adam girdi. Benden birkaç yaş büyük gibi duruyordu ve ince yapılıydı. Yüzündeki donuk ifade ve hafifçe belirginleşmiş damarları ona yılanımsı bir ifade katıyordu.

Henry ha? Neden onun gerçek bir ismi vardı? Küçümseyerek Doktor'unkine benzeyen beyaz, kırışıksız üniformasını inceledim. İçten içe onu kıskanmıştım çünkü her gün kafamı patlatsam da bana verilen ismi hatırlamıyordum. Böylesine arzuladığım bir özelliği kolayca elde edebilmiş olması sinirimi bozmuştu. Elbette kendim de bir isim verebilirdim ama asıl istediğim şey, bana konulmuş olanı bulmaktı. Benliğimi bilmedikten sonra hitap şeklim o kadar da mühim değildi. 

"Henry, benim yeni asistanım olarak çalışacak. Artık boş zamanlarınızda çalışmalarınızda size destek olabilecek biri var." dedi geniş bir gülümsemeyle. 

Elimi kaldırdım. Bir anda tüm yüzler bana çevrildi. 

"Evet 4?" dedi Doktor gergin bir gülümsemeyle. 

"Bu artık serbest vaktimizin olmadığı anlamına mı geliyor?" 

Henry kafasını hafifçe yana yatırdı. Belli belirsiz bir şekilde beni süzmesi beni oldukça rahatsız etmişti. Daha önce hiç yaşıtım -ya da en azından yirmi yaşına yakın- biriyle karşılaşmamıştım.  Yüzüme yargılarcasına baktığını hissettim, birden üşür gibi oldum. 

"Becerilerin üzerine çalışarak geçirdiğin hiçbir mola zaman kaybı değildir, değil mi?" dedi Doktor kaşlarını kaldırarak. 

"Zaten becerilerimiz üzerine her gün çalışıyoruz." dedim kendimi tutamayarak. Odadaki hava birden ağırlaştı. Çocuklar ürkek bakışlarla gözlerini kaçırdılar, cezalandırılacağımı düşünüyor olmalıydılar. Eh, sanırım bugün kaçış yoktu.

"Sizin için en uygun programı yaptığımın bilincinde olmalısın, Dört. Baban seni üzmeyi asla istemez." Beklediğimin aksine şurup gibi tatlı bir ses tonuyla gelen bu cevap karşısında afalladım. Hiçbir zaman çocukların önünde bana bağırıp çağırmazdı ama gereksiz asiliğimin ağır bir karşılığı olurdu. Bu kadar nazik davranmasının sebebi yanında getirdiği yardakçısı olmalıydı. 

Henry'e göz ucuyla baktığımda bakışlarımız buluştu. Suçüstü yakalanmışçasına hemen Doktor'a geri döndüm. 13 elimi acıtırcasına sıkmaya başlamıştı, onu daha fazla korkutmamaya karar verdim. Limitleri fazla zorlamanın kimseye faydası yoktu. 

"Haklısınız efendim." 

Doktor gülümsedi. "Henry bundan sonraki molanızda size eşlik edecek. Bu da.." Duvardaki saate göz attı. "Yaklaşık üç saat sonra oluyor. Şimdi yarım kalan molanızı bitirin ve yarım saat sonra antrenmanlar için hazır olun." Henry'nin koluna hafifçe dokundu. 

"Hoşça kal baba!" dedik bir ağızdan. Doktor ile Henry arkasını dönüp gitmişti bile. 

13 üstümdeki elbiseyi çekiştirdi. "Niye böyle yapıyorsun?" dedi yalvarırcasına. "Ceza almaktan bıkmadın mı?" 

"Ceza verilecek bir şey yapmadım ki, sen de gördün işte." dedim omuz silkerek. 

"Ya, tabii! Babanın yardımcısı olmasaydı görürdün!" diye fısıldadı 15. Yeşil gözleri heyecanla parlıyordu. 

Kol kola girip mola odasındaki masaya oturduk ve üçümüz birlikte resim boyamaya başladık. 

"Henry senin gibi büyüktü!" diye heyecanla devam etti 15. "Hayatımda ilk defa böyle birini gördüm!" 

"Ben de!" dedi 13 heyecanla. "Saçları da Baba'nınki gibi uzundu ama beyaz değildi!" 

13 ve 15 arasında bir yaş vardı ve birbirlerine oldukça benziyorlardı. Gerçi burada herkes birbirine benziyordu. 

Aklıma babam geldi. Onun kıvırcık, siyah saçları vardı ve ne Doktor'a ne de Henry'e benziyordu. Her ne kadar bu iki kızın yanında kendimi çok daha bilgili hissetsem de veri tabanımda sadece iki adam vardı ve itiraf etmek gerekirse ben de ilk defa Henry gibi birini görmüştüm. 

"Acaba bize nasıl yardımcı olacak?" 

"Umarım onu havada uçururuz ve yanlışlıkla yere düşürürüz." dedim. Kızların ayıplayan bakışları altında sırıtırken gökyüzünü pembeye boyamaya başladım. 




001x004Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin