On

946 72 89
                                    

Sabah uyandığımda Henry elinde poşetlerle uğraşıyordu. Mahmur bakışlarla, "Onlar ne?" dedim boğuk bir sesle. 

"Sana da günaydın." Sırıttı. "Bize kıyafet aldım. Buralarda dolaşacaksak dilenci gibi görünmememiz gerekiyor." Poşetten bir pantolon ve sarı bir kazak çıkardı. "Bir süreliğine idare eder." Giysileri yatağın üzerine fırlattı.

 Şimdi dikkatli bakınca gözlerinin rengini ortaya çıkaran mavi bir kazak, kahverengi bir pantolon giymiş ve saçlarına özenle şekil vermiş olduğunu fark ettim. Çok hoş duruyordu. 

 Kıyafetleri giyip odaya tekrar döndüm. Kazak biraz bol olmuştu ama sorun değildi. 

"Güzel," dedi durum değerlendirmesi yaparcasına başını sallarken. "Bugün ormana gidip derslere başlayacağız." 

Kaşlarımı çattım. "Paramız burada kalmaya daha ne kadar yetecek?" 

"Bir haftalığı peşin ödedik. Yiyecek fiyatlarını da hesaba katarsak..." Bir an düşündü. "On gün daha kalabiliriz." 

"Sonra ne yapacağız? Yine bir haydutun saldırmasını mı bekleyeceğiz?" dedim umutsuzca. Omuz silkti. "Burada çok fazla kalamayız, sık sık yer değiştirmemiz gerekiyor ama anladığım kadarıyla en yakın kasabaya trenle gidiliyor. Tren parasını çıkarmak için bu hafta çalışmamız gerekebilir. Etrafa biraz baktım, kitapçıda ilanlar asılıydı. Orada tezgahtarlık yapabilirsin, ben de kitapların taşınmasına yardım ederim."

Tanımadığım insanlarla iletişime geçme fikri midemi alt üst etse de renk vermedim.

"Akşamları da ders için ormana gideceğiz o zaman." dedim umursamaz bir tavırla.

"Evet." Poşetten dikkatlice sarılmış bir şey çıkardı.

"O ne?" dedim merakla. 

"Bu bir peruk." Jelatinden sıyırıp platin sarısı bir saç yığınını ortaya serdi. Peruğu kafamın üzerine yerleştirirken oldukça dikkatliydi. "Saçların uzayınca atabilirsin ama şimdilik idare eder." Geri çekilip memnun bir ifadeyle baktı. 

Birkaç adımda pencereye doğru yürüyerek yansımama bakmamla gözlerim irileşti.

Yıllardır kurduğum hayal bir anda gerçek olmuştu. Omuzlarımdan aşağı dökülen saçı okşarcasına sevdim. Upuzun, yumuşacık, pürüzsüzdü... adeta gerçek gibiydi. Buna epey para verdiğini düşündüm.

"Henry," dedim heyecanımı dizginleyemerek. "Muhteşem bir şey bu!"

Koşar adım yanına geldim. Hislerimi nasıl dile getireceğimi bilmiyordum ama hem çok mutlu olmuş hem de duygulanmıştım. Ne yapacağıma karar veremeden önünde dikildiğimde kaşlarını kaldırdı. 

"Teşekkür ederim." 

Gülümsedi. "Rica ederim."  Kolunu davetkar bir şekilde uzattı. "Gidelim mi?" 

*

Sokakta hayatımda görmediğim kadar insan vardı. Herkes bir acelesi varmışçasına koşturuyor, birbirine birkaç saniyeden fazla dikkat etmiyordu ve bu bizim işimize geliyordu. 

"Ormana bugün gitmeyeceğiz." dedi Henry bir restoranın önünde durduğumuzda. Yemek yemeğe gelmiştik anlaşılan. Karşılıklı oturduğumuzda Henry bana doğru eğilip fısıldayarak, "Kitapçının tam karşısındayız." dedi. Üzerine iki kağıt parçası asılmış, kasvetli denebilecek dükkana gözlerimi çevirdim.

"Oldukça iç açıcı gözüküyor." 

Sırıttı. "Bir haftalık idare eder." Hınzır bir tavırla ekledi. "Hem bu sayede yetişkin kitapları da okuyabilirsin, eğer çocuk kitaplarından vazgeçebildiysen."  

001x004Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin