On Bir

870 68 106
                                    

Uyandığımda Henry hala yanımdaydı. Dün geceki çalışmalar oldukça verimli geçmiş, sağlam sayılabilecek bir bariyer oluşturmayı başarmıştım. Daha da çalışmak için ısrar etsem de Henry yorulduğumu iddia edip yatmamız gerektiğini belirtmişti. Gerçekten de saniyeler içinde uykuya dalmıştım. 

 Henry'nin dağılmış saçları, uzun kirpikleri ve yavaş yavaş inip kalkan göğsü huzur verici bir manzaraydı. Normalde sıkı bir disiplinle tıraş olurdu ama kaçtığımız günden beri bıçak vurulmayan yüzü hafifçe sakallanmıştı. Bu görünüşün de ona yakıştığına karar verdim. Ne giyerse giysin, hangi tarzı denerse denesin sönmeyecek kadar güçlü bir aurası vardı ve her yaklaştığımda içimi ısıtmayı başarıyordu. 

Tereddütle parmaklarımı çıkık elmacık kemiklerine değdirdim. İlk defa bu kadar ulaşılabilir geliyordu. 

Ağır hareketlerle yüzünde gezdirdiğim parmakların onu uyandırmamasından cesaret alarak biraz daha yaklaştım, kaşlarının her bir telini seçebiliyordum. Baş parmağımla bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına düzgün olan burnuna dokundum. Gerçek değilmiş gibi geliyordu. 

Birden gözlerini açınca ateş değmiş gibi elimi çektim. Yanaklarımdan kulaklarıma bir sıcaklık dalgası yayılırken pişmanlık içinde kıvranıyordum. O ise oldukça sakin duruyordu. 

Henry tüy kadar hafif bir hareketle çektiğim elimi yakaladı, gözleri hiçbir tepkimi kaçırmak istemiyormuşçasına bana sabitlenmişti. Elimi yanağına yaslarken kendi elini de benimkinin üstüne koymuştu. 

Nefes bile alamayacak haldeydim. Daha önce de tensel temaslarımız olmuştuk ama bu farklıydı. Bakışlarıyla beni yutuyordu adeta.

 "Eve," dedi boğuk bir sesle, duraksadı.

"Sana Eve diye hitap etmem hoşuna gidiyor mu?" dedi mırıldanarak.

Sesim içime kaçmıştı adeta. Zar zor başımı sallayabildim. 

"Benim de hoşuma gidiyor." 

Elini  çekip nazikçe benim yanağıma yerleştirdi. Alev almış vücudumu duyumsadığı için utanç içindeydim ama gözlerimi ayıramıyordum. 

"Konuşmayacak mısın?" diye fısıldadı. Dilimi yutmuş gibiydim, ne diyebilirdim ki?

Hafifçe gülümsedi ve son bir kez okşadıktan sonra elini yanağımdan çekti. Bense taş kesilmiş gibi yanağından elimi çekemiyordum. 

"Henry," dedim. Kulağım sesime yabancı birininki gibi gelmişti. 

"Efendim Eve?" Eve derken yaptığı vurgu içimi ürpertmişti. Elimi çekip göğsünün üzerine yerleştirdim. 

"Kalbin çok hızlı atıyor." dedim bir süre durakladıktan sonra. "Hoşuma gidiyor."  

Henry bir şey demeden baktı. Yüzünde hiçbir ifade yoktu ama yaydığı enerjinin yoğunlaştığını hissedebiliyordum. Önce gözlerini kaçırdı, bakışları tekrar bana değdiğinde ise gözlerine tuhaf pırıltılar eklenmişti. 

Baş parmağını dudağımda gezdirmeye başladığında havale geçireceğimi sandım. Benim gözlerim de en az onunkiler kadar çakmak çakmak olmalıydı. 

"Biliyorum." 

Ağır çekimdeymişçesine yüzüme eğilirken onu durdurmamı bekliyor gibiydi ama karşı koymaya niyetim yoktu, hatta hiçbir şeyi bu kadar güçlü istememiştim.

 Belli belirsiz, ufacık bir buseyi dudağımın kenarına kondurduğunda eridiğimi hissettim ve gözlerimi kapadım. 

Devam etmesini bekliyordum ama durmuştu. Öptüğü yer cayır cayır yanıyordu. Hafifçe kirpiklerimi araladığında yüzünde belli belirsiz bir tebessümle bana baktığını gördüm. 

"İş görüşmesine gideceğiz." dedi büyüyü bir anda bozarak. "Hızlıca kahvaltı edelim." 

Yataktan kalkıp banyoya gidişini izlerken kalbime bir ağrı saplanmıştı.  Elimi dudağımın kenarına götürdüm. Hala sızlıyordu. Gözlerimin nemlenmesine engel olamadım. Bütün bu hisler benim için çok yeniydi ve nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Belki o da bilmiyordu. 

Ayaklanıp gözlerimi sildim.

Her ne yaşandıysa bitmişti ve Henry bir şey olmamış gibi davranıyorsa ben de davranabilirdim. Sadece yanağımdan öpmüştü, daha fazlası yoktu. 

İçimden zayıf bir ses bana karşı çıkmaya çalışsa da duymazlıktan geldim. Düşünmek yok, acı yok. 

001x004Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin