On Yedi

796 61 56
                                    

"Şovu kaçırdınız abi!"

Joe'nun aniden kapıyı açmasıyla dehşetle gözlerini kapatması bir oldu. "ÇOK ÖZÜR DİLERİM, SİZ KENDİ ŞOVUNUZA DEVAM EDİN." dedi çığlık atarak kaçarken.

"JOE!" diye çığlık atarken Henry güldü. "Sorun değil," dedi göz kırparak. "Vaktimiz bol."

*

Ted'in evinde dört gün kaldıktan sonra tekrar yola koyulmuştuk. Trenin vagonunda sohbet ederken Joe, alerjisi tuttuğu için ağladığını ve bunun Dustin'den ayrılacak olmasıyla zerre alakası olmadığını onuncu defa anlatıyordu. Henry artık gözlerini kapatıp uyuklamaya başlamıştı, ben ise sonunda Joe'nun haklı olduğunu kabul etmeye hazırlanıyordum.

"İçecek servisi."

Ruhsuz bir ses vagonumuzda yankılandı. Yanında getirdiği tekerlekli sandalye üzerinde çeşitli içecekler bulunan sarı saçlı, mavi gözlü ve asık suratlı bir kızdan geliyordu bu.

Joe hararetle konuşmasını sürdürdü. "Beş sene önce polen alerjim yüzünden sekiz saat komada yatmıştım ve-"

"İçecek servisi." dedi kız daha da yüksek bir sesle.

"Bir dakika," dedi Joe yüzünü çevirmeden. "Ve o koma-"

"Polen alerjisi en fazla hapşırıp gözlerinin sulanmasına neden olur, mankafa." dedi kız öfkeyle.

Joe gözlerini hızla kıza çevirdiğinde bir an afalladı, ardından hemen kendini toplayıp "Ben ağır bir vakaydım!" dedi bağırarak. "Sen kimsin ki bileceksin?"

"Şuradaki aptal içecekleri dağıtmakla görevli bir garsonum." Kız öfkeyle masayı vagondan dışarı itelerken, "Kaldığın koma beyin hücrelerini yok etmiş senin." diye bağırdı. Joe eliyle ona hareket çekti.

"Sen-" diye bağırmaya hazırlanırken Henry sinirle lafını böldü. "Joe, kes sesini artık." Uyandığını fark etmemiştim, irkildim.

"Boş şeylerle uğraşıp duracağımıza ne yapacağımızı konuşalım."

Joe bir an ters ters kızın suratımıza çarparak kapattığı kapıya baksa da sesini kesti.

Henry'e baktım. "Aklında bir şeyler mi var?" dedim merakla.

"Evet." Parmaklarını masanın üzerinde kubbe şeklinde birleştirirken gözlerini kapadı. "Kaçarak sadece günü kurtarıyoruz. Sorunu kökünden çözmemiz lazım."

"Brenner ölmedi mi?" dedim, kafam karışmıştı.

"O ölmüş olabilir ama Brenner da tıpkı diğerleri gibi o adam için çalışıyor."

"O adam derken?"

"Büyük patron gibi bir şey mi?" dedi Joe heyecanla. "Hep mafya filmlerinde oynamak istemişimdir!"

Henry gözlerini devirdi. "Evet, öyle bir şey. Tek farkı adamın milyonlarca para fonla desteklenmiş, bizi yakalayıp kafeslemek can atan bir katil olması."

Joe'nun sırıtışı kayboldu.

"Ona nasıl ulaşacağız?" dedim tereddütle. "Ve ne yapacağız?"

"O bizi bulmadan biz onu bulmalıyız." Duraksadı. "On sekiz yaşındayken 12. bölgeye götürülmüştüm, Rus özerk bölgesi olarak geçiyordu." Gözlerini kapattı, hatırlamaya çalışır gibi yüzü kasılmıştı. "Bölgeye yakın yerdeki bir binanın dış görünüşünü, hatta üzerindeki tabelayı hatırlıyorum ama Rusça bilmiyorum işte."

"İyi de adam neden Rus bölgesinde kalıyor?" diye sordu Joe. "Bahsettiğiniz adamlar Amerika için çalışıyor sanıyordum."

Henry alaycı bir şekilde gülümsedi. "Herkese lanse ettiği şey de bu zaten. Özel çocukları devletten destek alarak Sovyet'e karşı yetiştirdiklerini iddia ediyorlar, gerçekten de on sekiz yaşına kadar bunu yapıyorlar da." Yumruklarını sıktı. "Ama on sekiz yaşından sonra tamamen güçten düştüğünü iddia ettikleri çocukları 12. bölgedeki toplama kampına veriyorlar. Çocukların hiçbir işe yaramayacak hale geldiğini, topluma karışırlarsa dünya basınında ABD'nin imajının zedeleneceğini söyleyerek biraz rüşvetle devleti bu çocukları Rus bölgesine atmaya dair ikna ediyorlar." Öfke pırıltıları yüzünde geziniyordu. "Asıl yaptıkları şey para karşılığında yarı işlevli çocukları Rusya'ya satmak. Ruslar en küçük potansiyeli açığa çıkartmak için sadece bir yıl içinde yüzlerce deney ve akıl almaz işkenceler uyguluyorlar." İçini çekti. "Neredeyse hepsi ölüyor."

001x004Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin