On İki

881 63 156
                                    

Kütüphanenin önüne geldiğimizde yaşlı, kır saçlı bir adamla karşılaştık. Sabahtan beri doğru düzgün konuşmamıştık. Bilinçli olarak onla konuşmaktan kaçındığımı ya fark etmiyor ya da görmezlikten geliyordu. Sanırım böyle olması daha iyiydi. 

"Merhaba, buranın sahibi siz misiniz?" diye seslendi Henry. 

"Benim, n'olmuş?" dedi adam küçümser bir edayla. 

"Biz iş görüşmesi için gelmiştik." Kapıdaki ilanı işaret etti. "Kitaplar için hamal ve tezgahtar  aranıyormuş." 

Adam hatırlamaya çalışırmış gibi gözlerini kıstı, ardından "Ha!" dedi. "Ee, başlayın o zaman." İçeriyi işaret etti. 

Henry kafası karışmış bir ifadeyle, "Önce görüşme yapmayacak mıyız?" dedi. 

"Ne görüşmesi be?" Adamın iyice tepesi atmıştı. "Para istiyor musun istemiyor musun? İlandakinden beş kuruş fazla vermem. Git içeri başla!" 

Yer yarılsaydı da dibine girseydik keşke. Henry de en az benim kadar şaşkın ve irrite olmuş gibi duruyordu. Emin olamayarak içeri doğru yürümeye başladık. 

"Selam," diye seslendi biri. "Ben Joe." 

Hızla kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde kumral, güzelce kabartılmış saçları olan iyi giyimli bir genç adamla karşılaştım. "Dükkanın sahibinin oğluyum." dedi ellerini iki yana açarak. Tam karşımda dikildi,  reverans yaparcasına eğilip

"Ve siz, hanımefendi?" dedi baş döndürücü bir gülümsemeyle. Bir an afalladım. 

"Ben," dedim tereddütle. "Eve." 

"İnsanoğlunu cennetten kovduracak kadar güzel olduğunuz şüphesiz." Kaşlarını muzip bir tavırla kaldırıp indirdi. Çekingen bir gülümsemeyle karşılık verdim. 

Uzattığı elini sıkmak için hamle yaptığımda kıvrak bir hareketle elimin üstüne hafif bir öpücük kondurdu. 

"Ben de Henry." 

Henry'den yayılan aura sertleşmişti, beni her zamanki sıcaklığıyla sarmalayan kıvılcımlar kaybolmuş gibiydi. 

Joe nihayet ona dönüp "Henry!" dedi neşeyle. "Bizim gibi zavallı fanilerin isimleri neden bu kadar sıradan?" dedi yakınırcasına. Henry'nin elini hızlıca sıkıp salladı. "Hadi gelin de size içeriyi göstereyim." 

Kitapçı dışarıdan kasvetli gözükse de içi sevimli duruyordu. Pek büyük bir yer değildi ama laboratuvardakiyle karşılaştırıldığında hazine gibi kalıyordu. Rafların yanından arkalarda kalan küçük bir depoya doğru yürürken yanından geçtiğim kitapların kapaklarına okşarcasına dokundum. 

"Burası depo." dedi Joe kapıyı açarken. "Açılmayan koliler için hamala ihtiyacımız vardı. Sonra bu kitaplar alfabetik sırayla yerleştirilecek." Henry'e baktı. "Sanırım bu işlerle sen ilgileneceksin. 'Bir' numaralı kutuyu açarak başlayabilirsin." Deponun köşesindeki 001 yazılı kutuyu gösterince hafifçe kıkırdadım. 

"Güzel, değil mi?" diye gülümseyerek karşılık verdi Joe. "Eve, sen de benimle birlikte  müşterilere yardımcı olacaksın." 

"Vardiyalar hangi saat aralıklarında?" dedi Henry kuru bir sesle. 

"Sekiz ile beş arası. On ikide bir saatlik mola var." Saatine baktı. "Şimdiden başlayabilirsiniz aslında." Henry'e baktı. "Kolay gelsin." Takip etmemi istercesine bir el hareketi yapınca ayaklarımı sürüyerek peşinden gittim. Kafamı çevirip Henry'e baktığımda yüzünü gergin bir ifadenin kapladığını gördüm. Dürüst olmak gerekirse ben de gergindim ama şu anda Henry'den uzaklaşma bahanem olduğu için rahatlamıştım.

001x004Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin