On Dört

852 58 123
                                    

İşimdeki altıncı günümdü. Yarın ilk haftalık maaşımızı alacaktık ve tren biletini aldıktan sonraki gün buradan gidecektik.

Aslına bakılırsa beklediğimden çok daha iyi geçmişti. Boş vakitlerimde istediğim kitapları okuyabiliyor, bulunduğum konumu unutup normal bir insan gibi davranabiliyordum. Henry ile form değiştirmek için birkaç gün uğraşmıştık ama bir türlü başaramamıştım. Bu durum oldukça moralimi bozduğu için Henry daha fazla zorlamamaya karar vermişti. Otelde akımları farklı boyutlara sokmayı denemiş ve basit kalkanlarla antrenmanları tamamlamıştık. Buradan uzaklaştığımızda her şeyin daha iyiye gideceğine dair beni teskin ediyordu.

"Gençler!"

Joe her zamanki karizmatik gülümsemesiyle yanıma oturdu, elinde bir poşet taşıyordu. Mesainin bitmesine az kalmıştı, bu yüzden Henry de yanımda oturmuş waffle kemiriyordu.

"O ne?" dedi Henry başıyla poşeti işaret ederek.

"Bu," dedi Joe şov yaparcasına tuttuğu paketi sallayarak. "Sizin bugünkü partiye geliş biletleriniz."

Parti. Joe iki gündür bizi "yer altında, son derece cüretkar ve yenilikçi" olduğunu iddia ettiği bir partiye davet ediyordu. Nasıl reddedeceğimi bilmediğim için giymek için kıyafetimiz olmadığını söylemiştim. Zaten her gün aynı kıyafetlerle gelip gidiyorduk, bunu fark etmemiş olması olanaksızdı.

Joe boş gözlerle ona baktığımızı görünce paketi açtı ve içinden uzun, pembe ve şifon bir elbise çıkardı. "Bu, kardeşimden çakozladıklarım." Elini poşete daldırıp deri bir ceket ve gömlek çıkardı. "Bu da bizzat kendi kreasyonumdan." Gururlu bir ifadeyle gülümsedi.

Bizden tepki gelmeyince, "Hadi ama ya!" dedi ısrarla. "Biraz heyecanlanın!"

"Partiyle uğraşacak vaktimiz yok." dedi Henry.

"Senin ruhun ölmüş." Bana döndü ve beklentiyle baktı. "Eve, hadi ikna et şu mızmız çocuğu!"

Tereddütle elbiseye baktım. Partiye gitme taraftarı değildim ama bir yandan normal bir hayat sürmenin bu tarz sosyal etkinliklere katılmaktan geçtiğini biliyordum. Hem Joe bu kıyafetleri bulmak için emek harcamıştı ve onu ikinci kez reddetmek istemiyordum.

"Aslında bugün müsaitiz." dedim çekingen bir tavırla Henry'e bakıp.

Henry kaşlarını kaldırdı. "Gitmek istiyor musun?"

"Yani," dedim, bakışlarımı yere indirmiştim. "Bilmiyorum, kötü bir fikir gibi gelmedi."

Joe beklentiyle Henry'e baktı. "Oyunbozanlık yapma," dedi hararetle.

Henry ikimizin de ona baktığını görünce teslim olurcasına ellerini havaya kaldırdı. "Tamam, madem bu kadar istiyorsunuz."

Joe bana bir beşlik çaktı.

*

Parti gerçekten de yer altındaydı.

Joe'nun külüstür arabasıyla kasabadan uzaklaşmış, etrafı ağaçlarla çevrili ve ıssız bir yere gelmiştik. Laboratuvarın kapısına benzeyen girişte dikilirken verdiğim karardan pişmanlık duymaya başlamıştım bile.

Joe kapıyı açtı. "Bayanlar önden." Dışarıdaki sessizliğin aksine içeride inanılmaz yüksek sesli bir müzik çalıyordu. Henry işkence çekiyormuş gibi bir bakış fırlattı.

Joe etrafa selam veriyor, biz ise yanında konu mankeni gibi dikiliyorduk. Tamam, Henry istememekte haklı olabilirdi çünkü bulunduğumuz konum çok... garipti.

"Bu yakışıklı Henry, bu afet de Eve!" Bir kokteyl masasının önünde durduk. Joe bir grup kıza hevesle bizi tanıtmaya başlamıştı.

Grubun lideriymiş gibi duran sarı, kabarık saçlı ve çok güzel bir kız doğruca Henry'e yönelip elini uzattı. "Buralarda yenisin sanırım," dedi cilveli bir şekilde gülümseyerek. Yemyeşil gözleriyle adeta porselen bir bebek gibiydi.

001x004Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin