Yirmi İki

577 45 39
                                    

Beş saatin ardından Alaska'nın şehir merkezine gelmeyi başarmıştık. Robin'in cebindeki paralarla üç kişilik bisiklet kiraladıktan sonra hızımızı kesmeden kırk beş dakika pedal çevirmiş ve nihayet Gwennie Hala'nın Yeri'nin dış kapısına gelmiştik. Gri, tellerle çevrili ve oldukça düzgün yapılmış bir binaydı. Kapıdan pek çok yemek servis kamyonetinin girdiğini gördük, kısa bir kontrolden geçip içeri alınıyorlardı. Kamyonetteki tabldotları taşıyan servis elemanları hızla yükleme yapıyordu.

Henry en sonunda tek Rusça bilen kişinin yani Robin'in şoför olarak içeri girmesini kararlaştırmıştı, biz ise kamyonetin içinde kıyafetlerimizi değiştirip servis elemanları olarak Robin'e katılacaktık.

Bir iki kilometre ötedeki kamyonetin titreşimlerini duyumsadığımda nerede olduğunu tespit etmiş, pusuda tuzak kurmuştuk. Henry kamyoneti durdurmuş ve görevli elemanların dışarı çıkmasını bile beklemeden kamyonetin içinde olanları öldürmüştü. Robin'e onları bayılttığını iddia etmişti ama ölümle yaşam arasında gezinen biri olarak Azrail'in ne zaman ruhu teslim almaya geldiğini hissedebiliyordum. Robin'in performansını etkilemek istemiyordu anlaşılan, ama bana da doğruyu söylemeye tenezzül etmemesi rahatsız etmişti.

Şoförü de kamyonetin içine aldıktan sonra Robin'i ön koltuğa oturttuk, arabanın içinde gösterilmesi gereken belgeler hazır bir şekilde konulmuştu zaten. Robin elleri titreyerek diyeceklerini prova ederken arkada sözde bayılmış elemanların kıyafetlerini giyiniyorduk. Bir şeyler söylemek istiyordum ama Henry öyle yoğun titreşimler yayıyordu ki vazgeçtim. Belli ki bu "savaş" onun için çok önemliydi.

*

Robin titrek sesiyle kapıdaki bekçilere Rusça bir şeyler geveleyip kabul edilmeyi başarmıştı. Henry'nin elini tutarken kamyonetin kapısı açılıp Robin'in kireç kesilmiş çehresi belirince derin bir nefes aldım. En azından içeri girmeyi başarmıştık.

Yüzümüzü kameralara göstermemeye çalışarak -Henry böyle tembihlemişti- tabldotları depoya taşıyorduk şimdi. Etraftan çıt sesi gelmiyordu. Bu sessizlikten yararlanıp Joe'nun nerede olduğunu duyumsamaya çalıştım, pek de uzakta değil gibiydi ama o kadar gergindim ki lokasyonunu saptayamıyordum.

Henry derdimi anlamışçasına bir baş işaretiyle hareket etmemiz gerektiğini haber verdi. Elimize tabldotları alıp uzun koridorlarda yürümeye başladık. Üniformamın vatkalarının içine gömülmüş, şapkamı iyice gözlerimin önüne eğmiştim. Yüreğim ağzımda atıyordu. Ya Joe için çok geç kaldıysak? Böyle anlarca gücümün kaybolması ne büyük talihsizlikti. Neyse ki Henry yanımdaydı. Sert ifadeli yüzünü inceledim, öylesine kararlı duruyordu ki. Onun gibi olabilmeyi diledim. Gereksiz korkularım girdiğimiz çatışmayı kaybetmemize yol açarsa kendimi asla affetmezdim. Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım.

Henry eliyle koymuş gibi bir kapının önünde durunca afalladım.

"İçerideler." dedi fısıldayarak.

"Kimler?" Robin'in gözleri dehşetle açılmıştı.

"Kalkanı hazır et. Joe ile birlikte iki adam var, icabına ben bakacağım."

Cevap vermemizi beklemeden kapının kilidini patlatmıştı bile. Tüm gayretimle Joe, Robin ve kendi üzerime bir kalkan oluştururken Henry'den gelen enerji dalgalarını hissettim. Çok güçlü, diye geçirdim içimden. Gerçekten kimsenin onun karşısında şansı yoktu.

Adamlar elini silahlara götüremeden ölmüşlerdi ölmesine ama alarmlar da gücü hissetmişçesine harekete geçmişti. Joe ağzına tıkılı bantla çığlık atmış, üzerinde bulunduğu sandalyenin kayıp düşmesine neden olmuştu. Çenesi taş parkeye çarptığı için ağzı kan dolmuştu. Robin koşarak Joe'nun önüne diz çökerken ben de Joe'yu küçük bir akım dalgasıyla ayağa kaldırdım.

001x004Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin