20-Kanıt Oyunları

80 8 6
                                    

Her şeyin tersine döndüğünü düşündü Ferit, ya da bir başka yöne savruldu her şey. Bunu düşündü. Bunu düşünmekten başka bir şey yapamayacaktı, çünkü polis aracıyla götürülürken başına neler geleceğini veya sonunun ne olacağını bilmiyordu. Polisler ona pek nazik davranmamıştı, dolayısıyla sadece ifadesine başvurulup, yüzüne karşı iki tebessüm ve teşekkür ifadeleriyle beraber serbest kalamayacaktı artık. Ahmet neredeydi?

Hava tam olması gerektiği gibiydi havaalanına gelirken. Ahmet'le beraber vedalaşırken bile hava müthiş parlak bir güneşle ışıldıyor, gökyüzü masmavi parlıyor tepede, bulutlar da en güzel şekilleri ve beyaz parıltılarıyla göğü tamamen bir ışık sarhoşluğuyla aydınlatıyordu. Aydınlık çok güzeldi, en azından Ferit için her şey tam da hayal ettiği gibi, hatta hayal edemeyeceği kadar güzel gidiyordu.

Uçağa bindikten sonra aslında içinde büyük bir sıkıntı hissetmişti. Bunu kendine bir türlü itiraf edemedi. İsmi anons edildikten sonra içine girdiği buhran ise apayrıydı. Sonra uçaktan inmiş ve sert görünümlü birkaç polis memurundan biri tekrar adını teyit ettikten sonra vurmuştu kelepçeyi daha önceki gecelerde yaralanan bileklerine. Yaraları henüz tamamen kapanmamıştı, belli ki kapanmayacak dedi Ferit.

En zoru da her şeyin çözüme ulaşacağı anda tekrar yakalanmaktı. Polisler tarafından yakalanmaktan bahsetmiyordu Ferit. Bunu düşünmedi. Onun düşündüğü bir başka yakalanmaydı. Bir başka korku ve buhrandı, büyük bir sıkıntıydı ve köşeye sıkılmışlık hissini şu anda iki polisin ortasında elleri önden kelepçeli ve arabanın ön camından etrafı izlerken fazla fazla hissediyordu. Sonra kendini sakinleştirmeye çalıştı, korkunun ecele faydası yok demek istiyordu. Bunu kabullenmek istedi, bunu kabullenmek ve bu sözün gerektirdiği gibi davranarak henüz başına gelmemiş acıları şimdiden yaşamamak. Henüz başına gelmeyenleri, hayal gücünnü verdiği güçle beraber tekrar tekrar tasarlayıp onların acılarını farklı hale dönüştürmek kimin işine yarayacaktı ki... Bunları düşündü Ferit.

Artık hava gittikçe bozuyordu. Fırtına başlayacaktı, bulutlar kararmaya başladı, hava da kararıyordu. Güneş ilk başta beyaz bir top gibi renk ve şekil kazanmıştı ufukta, ardından iyice gömülmeye başladı ve kaybolmak üzereydi. Sonrasında düştü resmen, karanlığa düşmüştü. Saat daha 15.00 falan olmalıydı ancak öylesine bir karartıydı ki bu, güneş kaybolmuştu. Bulutlar karanlıktı ve yağmur oldukça sert yağıyordu. Yağmuru severdi Ferit. Yağmur yağarken balkonunda kitap okumanın tadı ayrı olurdu. Ama bugünkü yağmuru sevmedi, damlalar düştükçe içindeki nefret selini artırıyordu, bu biriken damlalar onu nefretle boğuyordu. Kimden nefret ettiğini düşündü, kendinden nefret ediyordu.

Belki de her şey o kadar kötü bir sona varmaz diye umut etti Ferit, nefretini artıran damlalara ve korkunç, karanlık fırtınanın sert hiddetine rağmen. Bir umut kapladı içini, bir an için güneşin tekrar, hızlıca bu fırtınanın üzerine doğup tüm o sıcak ışıklarıyla önünü aydınlatabileceğini hayal etti. Fırtına sonsuza dek sürmez ya, dedi.

Karakola gelmişlerdi, bu karakolu bilmiyordu Ferit. Hep aynı karakola gelecek değilim ya diye geçirdi içinden. Ancak inmeye niyeti yoktu. Daha doğrusu dalıp gitmişti. Arabanın içinde hayalini kurduğu umudu yaşıyordu, ama solundaki memur onu bir hışımla dışarı çıkardı, çıkartırken kafasını kapının kenarına çarptı Ferit. Ağlamaklı oldu. Memurlardan biri güldüler, bu kadar şeytani davrandıklarına göre Ferit'in suçu büyüktü veya bunlar acımasız memurlardı. Ferit, masumiyeti kanıtlanınca onlardan intikam almayı bile düşündü, bakın diyecekti, bakın ben masumum ve siz masum bir adamı tartakladınız! Karakol kapısından girerken de abarttığını düşündü Ferit. Her şey bitecekti, sadece birkaç sorgu. Aynı Tahsin'in ona ilk yaptığı gibi sertçe ancak mantıksızca bir sorgu olacaktı ve iş bitecekti, sonra çantasını, para dolu çantasını geri alıp tekrar bilet alacaktı. 

Kanıt OyunlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin