1 - Sıkıcı Bir Hayat

969 36 8
                                    


Bulutlar karmakarışık, gri bir toz bulutu halinde sınıfın pencerelerinden giriyor, güneşi görünmez kılıyorlar. Güneşin solgun ışığıyla aydınlanmış olan gökyüzü, parça parça olmuş neredeyse. Yağmura direnen bir hava var şimdi tepede. Haftanın son iki dersi, ders edebiyat, Servet-i Fünun dönemi işleniyor. Ferit, en arka sıradan tahtada yazılanları görmek için başını kaldırıp duruyor, aynı zamanda hocanın ağzından çıkanları duymaya çalışıyor.

''....şiirleri alegorik, genelde orijinal imge ve sembollerle beraber kaleme alınmıştır. Cenab'ın şiirlerinden özellikle Elhan-ı Şita önemli arkadaşlar. Hatta geçen sene üniversite sınavında sormuşlardı...''

Aslında Ferit, şairleri ve şiirleri severdi. Çok okuyan bir öğrenciydi. Buna karşın derslerine özen göstermiyordu. Edebiyat Öğretmeni Nur Hanım'ın anlattığı bütün şairleri, hatta daha fazlasını bilir, bütün şiirlerini okur, hatta çeşit çeşit romanlarını bitirirdi. Ancak sorumluluklarını yerine getirme konusunda zayıftı. Birden...

''Ferit! Elhan-ı Şita şiirini biliyor musun?'' Nur Hanım, Ferit'in derslere olan ilgisini bilirdi. Ara ara ona sorular sorardı, ancak Ferit'in bir problemi vardı ki kalabalık içinde konuşmak onun için bir işkenceydi.

''Biliyorum hocam!'' diye seslendi Ferit, en arka sırasından. Bağırmıştı, sesinin zor çıkacağını zannederken fazla çıkan sesinden ötürü utandı. Sınıf ahalisi kıkırdamaya başlamıştı.

''Ezbere okuyabilir misin?'' Bu soru büyük bir problem yaratacaktı. Ferit hem öğretmene yalan söyleyemeyecek kadar hem de şiiri okuyamayacak kadar çekiniyordu. Sonra umursamadı ve okumaya başladı:

''Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş. Eşini gaip eyleyen bir kuş gibi kar... '' Her kelimede sesi artıyor, kendine güveni artarak şiiri güzelleştiriyordu. '' Geçen eyyam-ı nevbaharı arar... Ey! Kulüb...'' Zil çalmıştı. Bazı arkadaşları şiirini okuyamadığı için ona acıyor, bazısı daha öncekilerde olduğu gibi küçük duruma düştüğü için kıkırdayıp gülüyor, bazıları da umursamaz, dertleri bir an önce çıkıp gitmek. Fakat aralarında bir kişi vardı ki Ferit için hep sorun yaratıyordu: Halil.

Halil, Ferit'e her defasında bulaşırdı. Bir gün yoktu ki Halil'in alaycı esprilerinden veya sert el şakalarından birine maruz kalmasın. Halil hem uzun boylu hem de bu uzun boyunun çekiciliğini kapatacak kadar kilolu bir adamdı. Bugün Ferit onu bile umursamayacak kadar sevinçliydi. Annesi için bir hediye almıştı Perşembe akşamı. Bir önceki gün, okuldan çıkıp çarşı pazar dolaşmış ve annesi için mavi akik taşlı bir kolye almış, gece geç saatlere kadar nasıl bir hediye alsam diye gezdiğinden geç kalmıştı. Annesinden azar işitmiş ve yine üniversite sınavına çalışmadığından dem vurulmuştu.

Ferit okul bahçesini geçip memur kulübesinin yanından aşağıya yürüyecekti ki Halil kolundan tutup çekti. Onu durdurup ''Ferit, hiç selam vermiyorsun kanka'' diyerek yılıştı, sağ kolunu Ferit'in boynuna atarak sıktı. Dışarıya çok samimi birer dostlarmış gibi bir izlenim bırakıp hızla yukarıda, Ferit'in tam tersi istikametinde bulunan sokağa doğru yürümeye başladılar. Ferit ona direnmeye çalışıyordu:

''Halil, bugün işim var. Bırak.''

''Ne oldu oğlum, adam mı oldun!''

''Ne saçmalıyorsun ya? Bıraksana!''

''Bayadır sohbet edemedik seninle. Gel bir şeyler yapalım, takılırız biraz.'' Halil'in çirkin gülüşü eşliğinde sokağa yaklaşıyorlardı.

''Ne takılması, bırak beni!'' Ferit'in sesi yükselmeye başlamıştı. Normalde sesini yükseltmezdi. Ya annesinin verdiği harçlıktan ya da abisinin zoruyla çalışmak zorunda kaldığı restorandan kazandığı paradan bir kısmını Halil'e verir, onunla uğraşmaktan kurtulurdu. Ama bugün annesinin doğum günüydü ve bir an önce eve gidip çantasında sakladığı hediye kutusunu annesine vermek istiyordu. Hediye kutusunu normalde odasına saklayacaktı, buna rağmen akşam eve geç gelip uykulu gözlerle yattığından ve sabah zar zor kalktığından ötürü hediye aldığını bile unutarak okula gelmişti. Halil'in çantasını karıştırmaması için dua etmeye başladı.

Kanıt OyunlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin