Her şey bir hayat kurtarmakla başlamıştı.
Yiğit... Serseri Yiğit. Bu hayatta kardeşiyle bir başına yaşam mücadelesi veren adam. Ona göre her şey çok basitti. Öl veya yaşa.
Ümit Bey'in hayatını kurtararak bir ölümü engellemişti, Yiğit. Bir can kurt...
"O mavi gözlü bir devdi, Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruliii hanımeli açan bir ev."
-Nazım Hikmet
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
🌓
Sessiz kalarak bir özür diledim. Mahvettiğim hayattan, sevgimin doğurduğu bedelden, tüm bunlara rağmen vazgeçmediğim için susarak özür diledim. Yiğit mahcubiyetimi anlayacak kadar derin bakıyordu. Ondan vazgeçmediğim sürece yüküne yük katan bedeller umurunda değildi. Vicdanım onun kadar sakin kalamıyordu. Sevdiğim adamın hayatı benim yüzümden çıkmaza girdiği halde geri adım atamamak, buna engel olamamak kalbimi iki ucu kor olan şişlerle sıkıştırıyordu.
Annemin yüzüne büyük bir hayal kırıklığıyla baktım. Beni öyle mahcup öyle zor durumda bırakmıştı ki dönüp mavi gözlerin sahibine bakamıyorum bile. "Nasıl yaparsın bunu? Nasıl bu kadar vicdansızlaşırsın?" diye fısıldadım çünkü sesim çıkmıyordu. Bağırmamak, gerçekleri yüzüne vurmamak ve incelen ipi en kalın yerinden koparmamak için kendimle savaştım.
Yiğit elimdeki kağıdı aniden çektiğinde gözlerimi annemin nefret dolu gözlerinden ayıramadım. Zaten nereye bakarsam bakayım sonuç değişmeyecekti.
"Yasal olmayan hiçbir eylemim yok." dedi annem yaptığı hareket normalmiş gibi. En çok da kendini koşulsuz şartsız haklı görmesine tutuluyordum.
Kafamı hızla iki yana salladım. "Sen benim annem olamazsın. Sen benim iyi yürekli, merhametli annem olamazsın. Başka birisin, bambaşka birisin." dedim, daha ne kadar hayret edebilirdim?
Yiğit kağıdı üstünkörü anneme uzatırken, "Amcam mı sattı?" dedi sakince. Şaşkın ya da öfkeli değildi. Yiğit'in genel yapısına uysa da içinde fırtınalar koptuğuna emindim. Bu ev onun için çok şey ifade ediyordu.
"Hiç zor olmadı." dedi annem omuz silkerek.
Güç bela Yiğit'e döndüm. "Bu ev senin değil miydi?" diye sordum.
"Ev benim de, tapusu amcamın üzerine." diyerek bakışlarını kaçırdı. Bu gerçeğin elbet bir gün böyle neticeleneceğini biliyordu sanki.
Yiğit'in evine, babasının emanetine, çocukluğunun geçtiği dört duvara sahip olunca onu alt edebileceğini sanıyordu, bu da en büyük yanılgısıydı. Yiğit yenilse bile bunu asla göstermezdi. Kaybetse bile karşısındaki her kimse kendini mağlup sayardı.
Anneme doğru bir adım atıp işaret parmağımı doğrulttum. "Yanına kalmayacak. Bu yaptıkların yemin ederim ki yanına kalmayacak." Sesini yükseltişim, acı çekmem ya da içine düştüğüm çıkmaz umurunda değildi. Kazanması kâfiydi.
Yiğit elini belime atarak beni geri çekmeye çalıştı. "Ayliz, tamam. Şu evi başıma yıksa umrumda mı olacak sanıyorsun?" dedi son derece rahat ve umursamaz görünürken. Değildi, ne yapacağını bilemiyordu. Bu evde yalnızca onun değil kardeşinin de hakkı vardı ve yalnızca kendi hakkına değil onunkine de sahip çıkamamıştı.