Sertab Erener - Bir Varmışım Bir Yokmuşum
Başımı ağrıtacak kadar yoğun bir müzik sesi ile kendime gelmeye çalışıyordum. Bedenim büyük sahnenin tam ortasında güçsüz bir şekilde uzanıyordu. Kalp atışlarım hareketsiz bedenime göre çok hızlıydı. Beceremiyordum. Hiçbir işi istediğim gibi yapamıyordum. Sayıklamaya devam ettim; umut etmezsen yaşayamazsın, umut etmezsen yaşayamazsın, umut etmezsen yaşayamazsın...
Göz kapaklarımı yavaşça açtığımda kendimi daha iyi hissediyordum. Ya da öyle olmasını istiyordum. Ayağa kalktım ve müziğin sesini kapattım. Sahnenin köşesinde duran piyanonun başına geçtim. Parmaklarımı piyanonun üzerinde gezdirdiğimde ruhumdaki melodinin tuşlara akmasını dilemekten başka bir şey yapamıyordum. Kulaklarımda çınlayan melodiyi bir türlü duyamıyordum. Henüz bunu yapamazken tuşlara dokunmak haksızlık olurdu.
"Olmuyor işte!" Bağırtım, akustik sahnede kulaklarımı arşınlarken, piyanonun tuşlarına sertçe vurdum.
"Bedenindeki negatif enerjiyi atmadığın sürece de olmayacak." Duyduğum ses ile çığlık atarken cümlenin devamını dinleyememiştim bile. Tanıdık bir ses olması beni rahatlatırken ne zamandır burada olduğunu düşünmeden edemiyordum.
Böyleydi işte Anıl, olur olmadık yerlerden çıkıp dururdu. Bu artık benim için klişeleşmişti. Düzgün saçları ve lacivert takım elbisesine bakılırsa bir yerlerden geliyor olmalıydı.
"Ne işin var senin burada? Nereden buldun beni?" dedim onun yanına, sahnenin önündeki koltuklara yönelirken. Ona adım atan ayaklarım daima neşeli ve telaşlıydı.
Yanıma gelerek sıkıca sarıldı. Kısa süreli bu sarılmamız yüzümde kocaman bir gülümsemeye sebep olmuştu. "Sana ulaşamayınca buraya geldim, bilerek telefonunu kapatmışsın ama yemezler."
"Burada olduğumu nereden bildin?"
"Kokunu her yerden alabiliyorum." diye mırıldandı çok gizli bir gerçeği söylemiş gibi. Yüzümdeki gülümseme genişlediğinde, "Ciddiyim." dedim.
"Dostlar her şeyi bilir, Ayliz." Yanağımdan makas alıp dudaklarına götürdüğünde yüzümü buruşturup yanından geçip gittim ve çantamı alıp geri döndüm.
"Hadi gidelim." Enerjik sesime şaşırmış gibi bakıyordu. Oysa az önceki depresif halimin şu an ile alakası yoktu.
Kolunu omuzuma attığında çıkışa doğru yürüdük. Kendimi lüks arabasının içine attıktan sonra çantamdaki telefonu alıp uçak modundan çıkardım. Birçok bildirim arka arkaya sıralanırken telefon çalmaya başladı.
Babam arıyordu.
"Efendim baba?"
"Ümit Bey'in kızı sen misin?" Kulağıma gelen genç bir adamın sesi tüm neşemi kaybettirmişti. Acelesi varmış gibi telaşlı konuşmuştu.
"Evet," dedim tedirgin bir sesle. "Siz kimsiniz?"
"Baban hastanede şu an, buraya gelmen lazım." Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Birkaç saniye içinde aklımdan onlarca senaryo geçmişti.
Anıl'ın ürkek bakışları üzerimdeydi.
"Nesi var babamın, ne oldu, iyi mi şu an?"
"İyi, bir şeyi yok. Gümüş Meydanındaki hastanedeyiz, çabuk gel." dedi ve telefonu üzerime kapattı. İnsan böyle mühim bir durumda bu kaba hareketi sergiler miydi?
![](https://img.wattpad.com/cover/186249313-288-k469483.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GARAM
RomanceHer şey bir hayat kurtarmakla başlamıştı. Yiğit... Serseri Yiğit. Bu hayatta kardeşiyle bir başına yaşam mücadelesi veren adam. Ona göre her şey çok basitti. Öl veya yaşa. Ümit Bey'in hayatını kurtararak bir ölümü engellemişti, Yiğit. Bir can kurt...