Her şey bir hayat kurtarmakla başlamıştı.
Yiğit... Serseri Yiğit. Bu hayatta kardeşiyle bir başına yaşam mücadelesi veren adam. Ona göre her şey çok basitti. Öl veya yaşa.
Ümit Bey'in hayatını kurtararak bir ölümü engellemişti, Yiğit. Bir can kurt...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Ve günlerden sonra bir gün Demir aldı limandaki gemiler O yine sahilde bizimle beraber O eski yoldaşımız kimsesizlik. Saat işler Zaman geçer Ve insan unuturmuş. -Suat Taşer, Bir Hikayenin Sonu.
🍂
Anlatmak belki ilk kez bu kadar zor olmuştu. Kelimlerim onun için ya fazla anlam yüklü ya da fazla sıradan olduğundan tam olarak ne hissettiğini kestiremiyordum. Beni işitiyordu, ne demek istediğimi anlayamıyordu. Yiğit, kendi kafasının içindeki denklemlerle yaşayan bir adam olduğundan dudağından çıkacak her söz yalnızca kendi kabulüydü. Annemin geçmişini anlatmak, paylaşmak sandığım kadar kolay olmamıştı.
Yabancı birinden tanıdık bir hikaye dinler gibi huzursuzdu. Kendinden bir parça bulduğuna emin olduğumdan donukluğuna takılmıyordum. Dilediği gibi ifadesiz kalabilirdi. Annesinden, babasından ayrılan her çocuk onun şahsi üzüntüsüydü. Gözlerindeki idam sehpasına bakarken ölümü bekleyen duygularını gördüm. Anlattıkça anladım. Yiğit'i yiyip bitiren, eksilten, hayata bakış açısını şekillendiren en büyük acısı istenmemişliğiydi. Annemin oğluna duyduğu özlem onu düşündürüyordu. Biyolojik annesinin onu böylesine hasretle anımsamasını arzuluyordu belki de. Ben anlattıkça daha da ifadesizleşiyordu. Yiğit'in maskesi de ifadesizliğiydi.
Annemin beni istememesi canımı yakmamıştı. Yiğit de benim gibi istenmemesine rağmen mutlu bir ailede, sevgiyle büyümüştü. Neden bu kadar öfkeliydi öyleyse?
"Ee, tüm hikayeyi anlattım. Ne diyorsun?" dedim aramızda büyüyen sessizliğin üstünü örterek.
Annemin hayatındaki gizleri anlatmıştım. Ne biliyorsam söylemiştim çünkü bana tam olarak yardım edebilmesi için bu şarttı.
Gözlerini yumup başını iki yana salladı. Elini saçlarından geçirdi ve dalgalı tutamları karıştırdı. "Babası ve kardeşi kaçırmış, kollarından söküp almışlar, annen çok aramış... Nasıl bulamamış, Ayliz? Babanın, ulan Ümit Gültekin'in kolunun ulaşamayacağı yer var mı? Kaç yıl olmuş. Bu kadar istemiş de nasıl bulamamış?" diye söylendi. Tepkisini zihnimde bir yere yerleştiremedim.
"Bulamamış işte, Yiğit? Neyi anlamadın tam olarak?" derken alt ve üst kirpiklerim birbirine yaklaştı, dudaklarımda meraklı bir tebessüm oluştu.
"Babanın bulamadığı adamı sen nasıl bulacaksın? Kavuşması çok zor olmamalıydı. Ümit Gültekin'den bahsediyoruz." dediğinde anladım, inanmıyordu ya da şüphelendiği birkaç şey söz konusuydu.
Dili, koyu renkli dudaklarında gezindi. Aldığı nefesler titredi. Beni böyle dikkatle izlerken vereceğim tepkiler kısıtlıydı. "Zor olmasaydı annemin acısına göz yumar mıydı? Nerede olursa olsun bulurdu, Yiğit. Yapamamış ama. Bu işin içinde bir iş var demek ki."
Hemen cevap veremedi. Kalbiyle dili eş zamanlı çalışan bir adama göre böylesine tartarak konuşmak garip kaçıyordu. Öyle sert yutkundu ki birikmişleri boğazına takılı sandım. Kendine gelmek için başını hızlıca iki yana salladı "Bence de. Bir iş var bu meselede." diye fısıldadı.