"Sıkıldım."
Jeongin sınav haftasına girmeleri sebebi ile sanki normalde az çalışıyormuş gibi ekstra bir ders çalışma sürecine girmişti. Ağzından çıkan cümle ile başını masaya bıraktığında Jisung arkadaşına bakıp kafa sallamıştı.
"Aynısından. Beynim ağrıyor." Sevgilisine ve Felix'e doğru döndü. "Şunlara bak nasıl da çalışıyorlar ya. Alo! Biraz mola verin, balkona falan çıkalım. Seungmin... Sevgilim?"
Sözlerinin sonuna doğru erkek arkadaşının koluna girdiğinde Seungmin yazısını yazmaya devam ediyordu. "Ji, bir saniye sevgilim. Şu kısmı bitireyim, çıkalım tamam mı?"
Jisung'un dudaklarına hızlı bir öpücük kondurup işine geri döndüğünde Jisung gülümseyerek kabul etmişti. Jeongin ikisinin haline güldü, Seungmin Jisung'u nasıl oyalayacağını ve yatıştıracağını çok iyi biliyordu.
Gözleri hemen yanında gözlüklerini takmış not çıkarmaya devam eden Felix'e gülüp dizleri ile dürtmüştü ki titremeye başlayan telefonu ile yerinde zıpladı.
"Hyunjin arıyor!" deyip yüzündeki sırıtması ile konuşmuş ve montunu üzerine aldığı gibi koşarak balkona çıkmış, aramayı yanıtlamıştı. "Hyunjin?"
"Seke seke gitti resmen." diyen Jisung ile Felix kafasını kaldırmadan konuştu. "Aşık oluyor abisi o, boşver."
"Selam." dedi Hyunjin kravatını genişletirken. "Meşgul müydün?"
"Meşguldüm ama sıkılıyordum yani süper bir zamanlamaydı." deyip gülmüş ve tek elini montunun cebine atmıştı Jeongin. "Bugün göremedim seni. Başka bir polis vardı."
Hyunjin ile artık istisnasız her gün görüşürlerken bugün kendisini veya arabasını görmemek tuhaf gelmişti, arayıp sormayı düşünse dahi çekinmişti ve bu arama fazlasıyla iyi olmuştu.
"Birkaç günlüğüne şehir dışına çıkmak zorundaydım," dedi Hyunjin, otel lobisindeki koltuklardan birine oturmuş, ceketini dizine bırakmıştı. Sırıttı. "Yakalamışsın."
"Dikkatli olmamı söylemiştin."
İlerideki asansör kapıları açıldığı gibi içinden çıkan Changbin yüzünde aptal sırıtması ile telefonda konuşan arkadaşı ile göz göze geldiği gibi dilini ısırıp işaret parmağını boynunda gezdirmiş, keser gibi yapmıştı.
Hyunjin elindeki peçete kutusunu ona fırlattığında ayağıyla tekme koyup umursamadan geçip gitmişti.
Jeongin şaşkınlıkla "Hyunjin?" diye mırıldanırken Hyunjin ona cevap vermediğini anlayıp "Kendi yerime biri seni korumalıydı," deyip fırlattığı peçeteyi almış ve geri koltuğa oturmuştu. "Sen yine ders çalışıyordun herhalde?"
"Vizeler başlayacak haftaya, biz de bu dönemlerde genellikle yurtta değil kütüphanede sabahlıyoruz. Yine öyle, battaniyemi aldım yanıma ders çalışıyorum."
Kendi dediğine gülmüş, çenesini montun yakalarının içine doğru eğmişti. Hyunjin gülüşünü büyüttü. "Ben akademide spor salonlarında sabahlardım hep, garip geliyor."
"Ama o senin mesleğin için gerekli, bu ise benim mesleğim için." deyip iç çekti Jeongin. "Tabii her an katil damgası yiyip içeri atılmazsam."
Bu konunun - her ne kadar Jeongin belli etmemeye çalışsa da - onun kafasına takıldığını biliyordu Hyunjin. Telefonda konuştukları için olabilecek en doğru kelimeleri seçmeye çalışarak "İçeri girmeyeceksin," dedi ve ayaklandı. Tören bitmişti, odasına çıkabilirdi.
"Sana dediğim gibi, bir senin bildiklerin bir de benim bildiklerim var ve ben bunlara dayanarak sana bunu diyorum. Çok yakın Jeongin, çok az kaldı. Sabret, rahatlayacaksın."