"Bunu arıyordum sabahtan beri!"
Jeongin büyük bir sevinçle Hyunjin'in avucunda duran anahtarlığına bakarken elini uzatıp almış, sıkmıştı. O olmadan yapamazdı, güne kötü başlamıştı onun yokluğunu fark edince.
Ama çok geçmemiş, ilk dersten çıktıktan sonra okula gelen Hyunjin ile mutluluğuna geri kavuşmuştu. Hyunjin ona baktı merakla. "Anahtara çok bağlısın, bir sebebi var mı?"
"Dedeminin hediyesiydi," deyip gülümsedi Jeongin ve gözlerini anahtardan çekerek karşısında duran adama sabitledi. "Kendimi bildim bileli benimle, o olmayınca artık sanki etrafımda tehlike varmış gibi. Olunca da güvende hissediyorum, biraz batıl bir şey ama alışkanlık."
Kendi kendine kıkırdadığında ileride onları izleyen arkadaşlarından habersizdi. "Gözlere bak, nasıl parlıyor." dedi bacak bacak üstüne atan Felix. Elini çenesine yasladı. "Çöl tilkisi, beni kurtaracak derken kendisi esir olmasın bu polise?"
İç çekip ileride gülümseyerek kafasını kaldırmış, karşısındaki polis ile tatlı tatlı konuşan arkadaşını seyretmişti. Jisung kafasını Seungmin'in omuzuna bırakırken "Bilmiyorum." dedi. Seungmin onu onayladı. "Hemen öyle düşünmeyin, neyse hadi gelin benimle de size kahve ısmarlayayım."
"Ya sen bir tanesin."
Felix'in cümlesi ile beraber Jisung yükselerek sevgilisinin yanağından öpmüş "Aşk, aşk," demiş, üçü okulun içindeki kahve dükkanına ilerlemeye başlamışlardı. Bu sırada Jeongin de merakla Hyunjin'e bakıyordu. "Sen sadece anahtarlığı vermek için mi geldin?"
"Hem onun için hem de profesörün odasına gireceğim." deyip iç çekti Hyunjin, elini kaldırıp siyah saçlarını dağıtmış, çenesini kaşımıştı. Jeongin ise duyduğu şeyle kafa salladı, bir adım geri çekildi.
"Öyleyse teşekkür ederim, gideyim ben."
Bu saatten sonra diyecek bir şeyi olacağını düşünmüyordu, Hyunjin de aynı şekilde "Dikkat et kendine," demiş ve yanından ayrılmıştı. O üst kata çıkarken Jeongin merdivenlerden inmeye başladı, kütüphaneye geçip ders çalışacaktı.
Profesörün odasına girmeden ellerine eldiven, ayaklarına galoş geçirdi Hyunjin. Kilitli kapıyı açıp içeri girmiş oda kullanılmaya başlamadan son kez ilk hali ile bakıp bir şeyler arayacaktı. Kapıyı arkasından kapattıktan sonra koltuklara doğru ilerledi.
Profesör koltuğun üzerinde vücudu yana düşmüş bir şekilde ölü bulunmuştu, gözlerinin önüne o görüntüler gelirken kanıtların yakınlarında olduğunu düşünüyordu. Nasıl bıçak Minho'nun odasından çıktıysa kafasına vurulan, profesörün kafatasını çatlatan şey de yakınlarında olmalıydı.
"Nerede olabilir," dedi işlerine yarayacak bir ipucu ararken. Arka kısma geçerek hiç dokunulmamış odaya baktı. Masanın üstünde defterler, kağıtlar ve bilgisayar vardı. Koltuğu çekip oturdu ve bilgisayarı açtı.
Adli birim zaten incelemişti bu sebeple şu an şifresi yoktu, bilgisayarda tehdit içerecek hiçbir şey yoktu ama Hyunjin bir de kendi gözlemleri ile bakmak istiyordu. Karşısına çıkan ekrandaki dosyalara baktı.
Tek tek hepsine girmiş, teker teker bıkmadan incelemişti. Profesörün burs verdiği öğrencilerin dekontlarını karıştırırken gördüğü isimle hızla geri döndü. "Wook," diye mırıldandı. "Kim Jae Wook."
Telefonunu çıkarıp bu işlere bakan, ekipten arkadaşını baktı. "Jinyoung hyung, Profesör Lee'nin banka hareketlerine bakar mısın? Sana bir isim vereceğim, özellikle de bu isimle olan alışverişlerine. Kim Jae Wook."
"At, boşken bakayım."
Hyunjin kafa sallamış, bilgisayar ekranını çekip ona atmıştı. O dosyadan çıkarken okul kayıtlarına girdi, profesörün gizlediği bir şeyler olduğunu tahmin ediyordu. Okulda Jae Wook diye bir öğrenci yoktu, bu yüzden ilk teorisi boş çıkarken alnını kaşıdı sinirle.