"Eğer..."
Bedeninin baskısını tekrar arttığında her şeye rağmen kollarına tutundum.
"...Soyundaki ihaneti evime taşırsan..."
Artık daha da fazla yaklaşan insan seslerine rağmen geri çekilmediği için iyiden iyiye paniklediğim anda tam gözlerimin için...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Daha kendi yaşımı bile bilmezken Father'ın titreyen iri ellerinin arasına sıkıştırdığı minik parmaklarımı çekiştirerek mektep bahçesine bedenimi bıraktığı gün dün gibi hatırımdaydı.
Sadece birkaç gündür tanıdığım koca bir adam, hiç tanımadığım bir bahçeye bırakmıştı beni. Aslında korkmam gerekirken içimi içime sığdırmayan bir his peyda olmuştu kalbimde.
Etrafımda ağlayan benim yaşlarımda, hatta belki de benden büyük bir sürü kız çocuğu vardı ancak onların aksine ben çok ama çok mutluydum. Neden ağladıklarını o zaman ki aklımla anlayamamıştım.
Aklımda sadece hiç benimle oynamayan mahalleli çocuklar dışında başka çocuklarla tanışıp oyun oynama düşüncesi vardı. En sevdikleri oyun neydi mesela? Benim de onlarla ip atlamama müsaade ederler miydi?
Şahin abi dışında kimse benimle oyun oynamak istemediği için ip atlamayı pek iyi beceremesemde sonrasında abimin ipin bir ucunu ağaca bağlayıp diğer ucunu ise kendi sallaması ile sonunda üç tane atlamayı becermiştim.
Zaten üçten fazla atlasam da sayamazdım ki. Yavuz abim bana sadece üçe kadar saymayı öğretmiş, hemen ardından ise bir daha benimle hiç konuşmamıştı. Oysa ona kadar sayamayı öğrenirsem benimle oyun oynayacağına söz vermişti.
Onları düşünürken kalbimde hissettiğim heyecanın yerini ufak bir sızının kapladığını hatırlıyorum. Buna rağmen az ötemdeki ağlayan kıza yaklaşıp hafifçe eteğini çekiştirmiştim. İşte o gün gözyaşları ile parlayan mavi gözleri ilk görüşümdü. İlk arkadaşımı hıçkırıkların ve korkak mırıltıların kapladığı o serin mektep bahçesinde edinmiştim.
Şimdi ise karşıma geçmiş öfkeli gözlerle konuşan bu adam bana bundan sonra asla mektebe gitmeyeceğimi söylüyordu. İlk kez yaşıtlarım ile oyun oynadığım, ilk arkadaşımı edindiğim, en önemlisi ise gelecekte kimseye muhtaç olmamamı sağlayacak olan mektebe gitmemem için anlamsız kelimler sarf ediyordu. Aslında bu sıraladığı cümlelerdi beni şaşkına uğratan.
"Seni dövüyorlar ve sen hâlâ oraya gitmek istiyorsun. Hiç aklında mı yok senin?!"
İşaret parmağı ile kendi şakağına sertçe vururken asıl benim kafama vurmak istediğini biliyordum. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp hâlâ bir ileri bir geri giden bedenden gözlerimi çektim.
Neydi bu şimdi? Benim iyiliğimi düşündüğüne mi inanmalıydım? Dayak yemem onun için önem teşkil edecek bir şey bile değildi. Ölsem arkamdan iyi ki öldü diyebilecek biriyken hangi hakla mektebe gitmemi engelleyecekti ki?
Şu an gösterdiği bu tepkiler sadece bana eğlenceli geliyor olsa gerek ev ahalisi sessiz ve ciddi bir ruh hâli ile deliye dönen bu adamı izliyordu. Hepsini tek tek sarsıp bu kadar beni düşünüyorsanız neden deliye dönen bu adam benim canımı yakarken sessiz kaldınız diye bağırmak istiyordum.