Sakinleşip birlikte hazırlandıktan sonra Hyeri'i dediği için değil de bizim de gerçekten biraz eğlenmeye ihtiyacımız olduğu için herkesin çoktan toplandığı yere geldik. Geniş bir sahnesi ve kırka yakın oturma yeri vardı. Sahneyi görecek şekilde bir bar bir de açık büfe tarzı kulübeler bulunuyordu.
Önümden ilerleyen Kızıl kalabalığa girdiğimiz anda elimi tutup beni yönlendirmeye başladı. Bizimkiler çoktan buradaydı. Atılan mesajla nerede olduklarını anlamaya çalışıyorduk.
Ben ona güvenerek etrafı izlerken kalabalıktan sonunda sıyrıldığımızda bir anda durmasıyla ulaşmamız gereken yere geldiğimizi anlamıştım.
''Nerede kaldınız ya.''
''Uyuya kalmışız.''
İlerleyip yüksek sandalyelerde yan yana oturduk. Hyunjin bizimkilerle sohbete girmeden kulağıma eğilip içecek bir şeyler almaya gideceğini söyledi ve masadan uzaklaştı.
''Bakıyorum artık birlikte hareket ediyorsunuz.''
''Bak bu da mı oyunun bir parçası Minho.''
''Oyun falan yok.''
''Nasıl yani.''
Başımı kaldırıp bakışlarımı uzakta bizim için içecek alan Kızıl'a çevirdim ve konuşmaya başladım.
''Her seferinde benden bir adım önde oluyor. Onu yenemiyorum. Yenmek de istemiyorum.''
Geriye yaslanıp Seungmin'in önündeki içeceği alıp biraz içtim. Kelimelerimi dikkatle seçip tekrar konuşmaya başladım.
''Ondan hoşlanıyorum. Hem de fazlasıyla. Ve bu oyunlar ya da birbirimizle uğraşma çabamız sadece ikimize zarar veriyor. Evet belki çoğu zaman ben haksızdım ama o da beni incitti belki isteyerek belki istemeden. Bu yüzden artık onunla uğraşmak yerine onunla yaşamak istiyorum.''
Hızlıca konuştuktan sonra başımı önüme eğdim ve ellerimle oynamaya başladım.
''Bizim öküz Minho'ya ne olmuş lan.''
''Bence bu Minho değil.''
Konuşulanlara gülüp bana bakarak içten şekilde gülümseyen üçlüye döndüm.
''Buradayım merak etmeyin.''
''Ay şunun gülüşüne bakın yicem şimdi.''
''Sen hep aşık ol böyle ayrı bir tatlı oluyorsun.''
''Kes Changbin.''
''Ne var be ne güzel işte gözlerinin içi gülüyor.''
Cevap vermeyip önüme döndüm zaten anında Hyunjin yanımıza gelmiş konu da tamamen değişmişti. Uzun bir süre sohbet ettik hep birlikte. Kavga olmadan, laf sokma olmadan. Sadece onu izledim. Bizimle konuşurken ki mutluluğunu, uzun zamandır birileriyle sohbet etmemiş gibi durmadan konuşmasını, sürekli gülmekten açılan dudaklarını ve hiç yerinde durmayan vücudunu.
Yorulana kadar, etrafta kimse yokmuş gibi kendi halimizde takıldık. Sonra Jisung'un önerisi ile soğuğa aldırış etmeden yürüyüş yapmak için kalktık. Saat epeyce geç olmuştu ama bütün öğrenciler bu ana ihtiyaçları varmışçasına dışarıda vakit geçiriyordu.
Üçlü önümüzden ilerlerken bizse onların arkasında omuzlarımız birbirine sürtünerek hiç konuşmadan yürüyorduk. Yanımdaki Kızıl'ın hafifçe titreyen vücudu dikkatimi çekti. Düşünmeden üzerimdeki montu çıkarıp omuzlarına bıraktım ve vücuduna sardım. Olduğu yerde durup benim yaptıklarımı izlemeye başladı.
''Üşüteceksin geri al ceketini.''
''Merak etme ben kolay kolay üşümem.''
Önden fermuarını da kapatıp yüzümü yüzüne çevirdim. Kızaran burnu ve bembeyaz teniyle yine beni büyülemiş yine kalbimin gereğinden fazla tepki vermesine neden olmuştu. Dayanamayıp ellerimle yanaklarından tutup onu kendime çektim ve dudaklarına yumuşak ama uzun bir öpücük kondurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Panter
Fanfiction"O kadar güzelsin ki seni baştan aşağı kirletmek istiyorum." #HyunHo