Düşünde özgür bir dünya görmüştü: modern bir dünyaydı, insanlar üniversiteye gidebiliyor, istedikleri zaman uyuyup kalkabiliyor, istediklerini yiyor ve istedikleri yerlere gidebiliyordu. Doğdukları andan itibaren onlara verilen bir statüleri ve sürekli enselerinde olan bir göz yoktu.
Tiz sesli alarmın sesi bugün de çaldı, bir gün o alarmın susmasını ve bu duvarların her sabah içeri dalan o lanet gardiyanların üzerlerine yıkılmasını istiyordu.
Baekhyun, yatağında doğrularak ayağa kalktı. Gardiyanlar yan yana dizilmiş bu çıplak erkeklerle çatık kaşlarla bakarken "Bilekler öne!" diye kükredi. Hepsi otomatik olarak bileklerini öne doğru uzattı. Üzerlerinde kızıl haç bulunan dört asker sırayla bileklerine tabancayla bir ilaç enjekte ettiler. Bu ilaç onları yirmi dört saat boyunca tok tutuyor ve iştahlarını kapatıyordu böylece hem gıdadan hem de iş gücünden tasarruf etmiş oluyorlardı. Ama ne var ki her gece çıplak yatan Baekhyun tarlada canhıraş toplanmış bu meyve ve sebzeleri zenginlerin masalarına yollamak için fabrikada paketlemek zorundaydı çünkü zorlukla kazanılmış bu barış düzeni ancak böyle korunabilirdi.
Şimdi işinin başındaydı. Önünde birkaç kasa elma vardı ve bu elmaları güzelce paketlemek zorundaydı. Diğer taraftaki platformda çilekler vardı, çilekleri küçük kutulara dizerek süslü paketlere koymaları gerekiyordu. Baekhyun, göz ucuyla çilekleri paketleyenlerden birinin gizlice bir çileği aldığını ve hızla ağzına atıp çiğnediğini gördü. Telaşla gözlerini kaçırdı ama gardiyanlar gözlerini kaçırmamıştı. Adam çileği yuttu gibi gardiyanlar ona suçlayarak bağırdılar ve iki kolundan tuttular. Üçüncü bir gardiyan silahını çıkararak adamın şakağına oracıkta bir mermi sıktı ve içerisi patlayan tabancanın sesiyle çınladı. Kimse bakmıyordu, herkes işinin başında bu olay olmamış gibi meyve ve sebzeleri paketliyorlardı çünkü "barış" öyle istiyordu.
İştahları kapatılıyordu, ama bazen o ilaç işe yaramıyordu ve ilacın işe yaramamasının sebebini o kişilerin "kafir" olmasından kaynaklı olduğunu söylüyorlardı. Ve az önce öldürülmüş adam bir kafirdi, öldürülmeliydi. Kafirler yaşayamazdı. Tanrı onlara açgözlülüğü yasaklamıştı bu yüzden o ilaç vardı ve tembelliği yasaklamıştı bu yüzden de saatlerce çalışarak üretmeli, topluma faydalı olmalıydılar. Burada yapılan şey onları Tanrı'nın huzurunda iyi bir yere koyacaktı, aynen öyle.
Uyandığı düşü bile düşünmeye korkuyordu Baekhyun. Ya gardiyanlar onun ne düşündüğünü anlar ve onun da kafasına sıkarlarsa? Baekhyun da bir kafir miydi? Olamazdı, bugün ilaç onda işe yaramıştı.
Ertesi gün yaramadı.
***
Sığınağın dışından patlama sesleri geliyordu. Komutan silahlara asılmaları için emirler yağdırıyordu, düşman kapılarındaydı ve şehri olabildiğince korumalıydılar! Tanklar Seul'e her yerden geliyordu, köprüleri patlatmaları gerekiyordu ama eğer köprüler patlatılırsa onların da sivil halkın da ulaşımı sekteye uğrardı, Han Nehri'ni nasıl aşacaklardı o köprüler olmadan?
"Silahlara asılın! Haydi hanım evlatları vatanınızı bekletmeyin!"
Sehun, kendisini hayallere dalmış bulmuştu, ne zamandır bir üniversiteye gittiğinin hayalini kurduğunu bilmiyordu ama o hayallerden aniden çıktı ve komutanın sesiyle siren seslerinin uğultusunun yarattığı telaşla postallarını ayaklarına hızla geçirdi ve diğer askerlerle beraber koğuştan çıktı. Kurşun geçirmez yeleklerini, başlıklarını ve uzun namlulu silahlarını alan askerler hızla karargâhtan çıkarak savaşın esiri olmuş Seul sokağına döküldüler.
Binalar harap olmuştu, arabaların camları parçalanmıştı ve üzerlerinde kurşun izleri vardı. Birçok bina bombalandığı için yarı yıkıktı, bazıları ise tamamen yıkılmıştı. Gangnam'daki gökdelenler birer mezar gibiydi artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The End of the Rainbow (ChanBaek)
FanfictionRüyalar Alemi ve Gerçek Dünya'nın sınırları diken üstünde! Rüyalar Lordu, gizemli Ayna Adam'la olan savaşından yara alarak çıktı. İkisinin savaşı gerçekliğe zarar vermiş ve yırtılmalara sebep olmuştu. Bu savaşın sonucunda gerçek olmaması gereken ki...