MİSAFİR
"Gir."
Gelen Hatice ablaydı.
"Sabah kahvaltısı hazır, Mehmet Bey ve Doktor sizi bahçede bekliyor. Geç kalmamanızı, önemli misafirinizin geleceğini söyledi, Mehmet Bey."
Yazmaya ara verdim. Yazdıklarımın üzerinden geçerken, "Kahvaltıyı bahçede mi yapacağız?" diye kısık sesle sordum.
"Evet, küçük bey!" dedi beyi vurgulayarak.
"Bana sadece beyefendi diye hitap edin." dedim yazmaya devam ederek. "Beyefendi.
"Peki beyefendi, nasıl arzu ederseniz. Başka arzunuz yoksa işimin başına döneceğim."
"Misafirin kim olduğu hakkında fikrin var mı?"
"Mehmet Beyi bundan bahsetmedi, sadece bekletilmek istemediğini belirtti."
"Anlıyorum, gidebilirsin," diyerek kalemi havaya kaldırdım.
Kapıyı kapatmak üzereyken dur diyerek seslendim
"Buyurun beyefendi. Bir şey mi isteyeceksiniz," dedi araladığı kapının ardından başını uzatırken Hatice abla.
"Ormandan haber alıyor musunuz?" Güldüm. "Benimki de soru, elbette haber alıyorsunuz. Çiftliğe gelmeyi düşünmüyor mu? Gideli neredeyse 1 hafta oldu."
Kardeşi hakkında konuşulmasından rahatsız olduğu gözlerinden belli oluyordu. İstemeyerekten de cevap verdi.
"Orman amcasının yanında dinlemeye gitti. Yakında gelir, başka arzunuz yoksa işime döneceğim. Kahvaltı için eksik olanları tamamlamam lazım."
"Peki gidebilirsin. Mehmet amcaya geleceğimi söyleyin."
Kapı kapandıktan sonra yazmaya devam ettim.
Uzun zamandır yazmıyordum. Sanırım birkaç ay olmuştu. Etrafımdakilere anlatamayacağım şeyler çoğaldıkça yeniden çareyi yazmakta buldum. Bu sayede en az konuşmuş kadar ruhum rahatlıyor, iyileşiyordum. Yazmaya son verdikten sonra başkalarının okuma olasılığını ortadan kaldırmak için de baştan sonra karalıyorum; mürekkebe bulanıyor yazdıklarım, hiç yaşanmamışçasına kayboluyor. Mürekkeple son bulmuyor, parçalıyorum, paramparça olana kadar da durmuyorum. Çöp kutusuna hapsettikten sonra üzerine su dökerek bulamaç haline getiriyorum. Rahatlıyorum!
Günlerdir kendimi böyle ifade ediyorum. Doktora güvenmiyorum, Mehmet amcayla paylaşmasından korkuyorum. Zaten son yaşananlardan sonra Doktor 'un bana karşı hala anlayışlı olması ona karşı olan şüphelerimi haklı çıkarıyor.
Kendi hayatımı yaşayacağım günü bekleyerek geçiyorum pencerenin önünde. Beni kendi hayatlarının parçası olarak gördüklerinden dolayı, hayatımı yaşayamıyorum. Çünkü yaptığım her şey, attığım her adım, söylediğim her kelime hatta mırıltı benim hayatımın parçasıydı, onların ki değil. Buda onları rahatsız ediyordu.
Sanırım kişilik sorunu yaşıyorum. Hâlâ ne yapmak istediğimi, kim olduğumu ya da olmak istediğimi bilmiyorum, karar veremedim.
Mehmet amcaya baba diyerek yeniden oyuna dâhil oluyordum, tamda bittiğini düşünürken. Ne yapmak istediğime işte şuan karar vermeliydim. Unutup yeni hayata yelken mi açacaktım, yoksa geçmişimi temizleyim onun üzerinden yeni geleceği mi yaşayacaktım. Ne istiyorum.
Geçmişi anmam, bataklığa saplanmam demek, unutup gitmekte ileride olacakları bugünden kabul etmek olacaktı.
Yazmaya son verdiğimde adını bile söylemediğim ilaçtan aldım. Beni rahatlatacağını söylüyordu Mehmet amca. Dediği kadar da vardı. İçtiğimde kuş kadar hafif, yeni doğmuş bebek kadar da habersiz oluyordum dünyamdan.
Hayat ayık kafayla çekilmeyecek kadar sarhoş!
Dışarıya çıktığımda saat sabahın 08.00 olmasına rağmen güneş etkisini gösteriyordu. Gözlerimin kamaşmasından dolayı daha fazla ilerleyemeyip odama geri döndüm. Mehmet amcanın bir hafta önce hediye ettiği dolabın önünde durdum. Alt çekmecesini açıp içindeki aksesuarlara göz gezdirdim. Hepsi kutularında özenle saklanmışken biri diğerlerinin aksine dışarıda duruyordu. Onu tanımıştım, kaçırıldıktan sonra dışarıya çıktığım ilk gün taktığım gözlüktü. Siyah kemik sapı, kendi gibi karamsar olan camını düşmesinden korkarcasına sıkıca tutuyordu.
Siyah sapını tutunca anımsamaya başladım. Mehmet amca sözde bana iyi geleceğini düşünüp benle birlikte adamlarını da alıp arazi gezine çıkardı. Bu gezi açık hava almaktan daha ziyade Mehmet amcanın sahip olduklarını gözden geçirmekti. Güç göstergesi yapıyordu, sahip olduklarını ve insanların önünde nasıl çaresizce titrediklerini gösteriyordu bana. Sıradan Mehmet amca tavırlarından öteye gitmemişti gezi, ta ki arabanın kaçırıldığım yerden geçerken tekerleğinin patlamasına kadar. Herkesin arabadan inmesi gerekiyormuş, teker değiştirileceği için. Başta çıkmak istemedim, içeride kalmak istediğimi sorun olmayacağını söyledim. Mehmet amca ve şoförü bunu doğru karşılamadı. Çıkmam gerekiyormuş. Çıktım.
Ağacın gölgesinin altında bekliyordular, bense sırtımı kaçırıldığım yere dönerek güneşin altındaydım. Böylelikle orayı görmemezlikten geliyordum, hiç gelmemişim gibi. Sanki böyle davranarak orası yok olacaktı.
Mehmet amca, beni anlayamazdı. Neden onların yanında değil de güneşin altında sırtımı onları hiçe sayarak beklediğimi. Ona kaçırıldığım yerin burası olduğundan bahsetmemiştim.
Köy yolundan gelen arabanın beni fark etmemesi için saklandığım ağacın altında dinleniyordular. Mehmet amca, güneşte kalmamdan rahatsız olduğundan dolayı sürekli gelmemi söylese de duymuyormuşçasına sessiz kaldım. Aralıklı olarak seslenmeye devam etti. Şoför de bunu yenileyip duruyordu.
Ağacın altın gitmeyi kabul edemezdim. Orası benim için yoktu. Güneşin yakması, beyin kanaması geçirecek olmam umurumda değildi. Görmeyi dahi kaldıramayacağım yere yeniden gidemezdim, o kadar!
Israrları tacize dönünce daha fazla sessiz kalamadım.
"Yeter!" diyerek sırtım hâlâ onlara dönük vaziyette bağırdım. "Gelmiyorum. Israrlarınıza kulak asmıyorsam bir bildiğim var demektir. Daha fazla ısrar etmeyi kesin, ya da çiftliği arayın araba göndersinler. Konuşacağınız kadarıyla tekeri takın. Kaç dakika oldu bekliyoruz. Hemen!"
Gözlük sayesinde gözlerim artık kamaşmıyordu. Mehmet amca ve doktor asmanın altına kurulmuş olan masanın etrafında oturmuş konuşuyordu. Geldiğimi gördüklerinde konuşmalarına son verdiler. Doktor ayağa kalkarak beni selamladı. Mehmet amcanın yanına giderek, "Günaydın!" dedim yaslandığı sandalyesini kavrayarak.
Gülümsedi. "Günaydın oğlum, bugün sana unutamayacağın sürprizim olacak," dedi.
"Sürpriz mi?" dedim Doktor'a bakarak. "Bir haftadır yeterince sürpriz yaptınız Mehmet amca. Beni şımartıyorsunuz, sonra başınıza çıkarsam kızmayın."
Mehmet amca, Doktor ile göz göze gelerek gülümsedi.
"Bu sefer ki başka, en büyüğü, birazdan gelir," dedi Mehmet amca.
"Misafiri mi kastediyorsun? Hatice abla söyledi, beklenen bu misafir tanıdığım biri mi?"
"Gelince görürüsün." Sol kolundaki saate baktı." Yarım saat sonra burada olur."
"Umarım, kötü bir sürpriz olmaz."
"Bekle ve gör. Ne demişler, sabreden derviş muradına erermiş. Seninki de o hesap olacak. Vakti gelmişti demi, Doktor."
"Evet. Mehmet Bey, beyefendi için güzel sürpriz düşündünüz. Eminim ki kendisi de görünce çok sevinecek," dedi masanın üzerine koyduğu tabletti karıştırırken Doktor.
Bahsedilen misafire karşı gizli merakım oluşmaya başladı. Benim için büyük sürpriz olacak kişi kim olabilirdi ki. Ve bu kişi sabrımın ödülü olacak kişiyse...
Yoksa beni kaçıranları mı bulmuştu. Bu yüzden mi ödüllendiriliyordum. Düşüncesi bile paniklememe neden oldu. Çatal elimden düşüp, beton zeminde takla attı. Bacaklarımın titrediğini saklamak için birbirlerine sıkıca kenetledim. Tırnaklarımı diz kapağıma bastırıp sakinleşmeye çalıştığımda Mehmet amca bu halimi fark etti.
"İyi misin?" diye sorduğunda gözleri diz kapağımı sıkan ellerimdeydi.
"İyiyim." dedim. "Sadece kramp girdi."
"Doktor baksın o zaman," deyip doktora doğru döndü.
"Yok!" diye anlık olarak bağırdım.
Şaşırdılar, bu çıkışım hepimizi için beklenmedikti.
"Geçti, arada oluyor. Sizde de olmuyor mu?" diye gülümseyerek ortamı yumuşatmaya çalıştım.
Doktor da gülümseyerek yerine geçti.
"İlaçlarını aksatmadan almaya devam ediyorsun, değil mi? Kukla. Bak hazır doktor da buradayken paylaşmak istediğin bir sorunun varsa anlatabilirsin. Bu devirde kaç kişinin ayağına doktor geliyor," diye gülümseyerek ellerini saçlarımın arasında salladı.
Güldüm. "Bilmem kaç kişinin." Konuşmaya devam ettim. "İlaçları konuştuğumuz gibi alıyorum, hem de hiç aksatmadan. Paylaşmak istediğim sorunum var mı? Diye düşündüm de yok sanırım. Mehmet amca yeterince benimle ilgileniyor. Bu şartlar altında sorun bulmak sanırım şımarıklık olacaktır. Yanımda olduğun için teşekkürler Mehmet baba." dediğimde ellerim Mehmet amcanın elinin üzerindeydi.
Yalan söylüyordum. İyi değildim. Değişen ruhum artık bana ayak uyduramıyordu. Kendimi çok yalnız ve çaresiz hissediyordum. Bir haftadır Mehmet amcanın sözünü yerine getireceği anı bekliyorum. Bunun yerine, çiftliği yaşayabileceğim yere dönüştürmeye çalışıyor. Karşı çıktığım ilaçları da sırf beni özgür bırakması için alıyorum. İlaçlar beni daha sakin birine dönüştürdü, isyan edemiyorum. Bir süre sonra çiftliğe bile alışacak duruma getirdiler beni.
Özgürlüğe doğru giden yoldaki tek otobüs ilaçlardı. Bu otobüste yer alabilmek için almam gereken bilet belliydi. Karşı çıktığım sürece hep kaybeden taraf olmuştum. Susmak, kendi hayatımda pasif olmak belki bu sefer kazanmamı sağlar.
Çiftliğin kapısı aralandı. Beklenen misafir Hasan ağanın sürdüğü siyah Mercedes marka arabayla içeriye yavaşça girdi. Mehmet amca ve Doktor ayakta karşıladı gelen gizemli misafiri.
Mehmet amca omzumdan dürttü. "Oturacak mısın? Kalk da misafirini karşıla. Buraya senin için geldi."
Heyecandan dişlerim birbirlerine çarpıyordu. "Ge-geliyorum." diye kekeledim.
Mehmet amcanın arkasından ürkek adımlarla ilerliyordum. Hasan ağa takkesini koşarken düşürmemek için tutuyordu. Arabanın arka kapısını açtı. Misafirin dışarıya doğru attığı sol ayak bileğini kavrayan siyah rugan ayakkabı, gelenin beni kaçıranların olmadığını söylüyordu. En azından şimdilik derin nefes alabilirdim.
Arabadan dışarıya çıktığında savurduğu maşalı saçları güneşin altında yakamoz gibi ışıldıyordu. Işıldayan saçları yeniden mutlu olabileceğimi gösterdi. Eskiden olsa bu saçlardan kaçabileceğim kadar kaçardım. Şimdiyse onu gördüğümden dolayı koşarak boynuna atlamak geçiyordu içimden. Koşmamak için kendimi zor tuttum.
"Merhaba," diyerek el salladı. Maşalı saçlarını savurarak Mehmet amcanın yanına gitti.
Sıkıca sarıldılar. "Hoş geldin Bahar, görmeyeli güzelleşmişsin," dedi Mehmet amca.
Saçını omzunun üstünden savurdu. "Ay! O her zaman ki halim, aşk olsun Mehmet abi, eskiden çirkin miydim?"
Mehmet amcaya tebessüm bırakıp yanından yarıldı. Doktora elini uzattı. "Merhaba ben Bahar, Mehmet abi sizden çok söz etmişti. Tanışmak bugüne kısmetmiş."
Üzerine özgüven serpilen doktor kasılarak, "Merhaba Bahar hanım, sizde en az Mehmet beyin söylediği kadar güzelsiniz."
Gülümsedi. "Teşekkürler," deyip yanıma geldi.
Onu yeniden karşımda görünce mideme bıçak saplanıyormuşçasına sancılar girdi. Karnımı örten kumaş parçasını avuçlarımın arasında sıkıştırdım.
Baştan aşağıya süzdüm. Konuştuklarını duyamıyordum. Sadece konuştuğunda oynayan dudaklarını görmüştüm. Özlediğimi fark ettim, gözlerim sulandı. Doldu. Taşmak üzereyken iç çekip burnumu sildim. Dayanamadım. Boynuna atladım. Sıkıca sardım kollarımı gül dalını andıran narin boynuna. Birazcık daha sıkarsam kırılacak gibiydi. Dudaklarımı kulağının altına götürüp bir daha ayrılmak istemediğimi mırıldandım. "Beni buradan götür hala. Kaçmam, aramamam hataydı, beni affet," diye omzunda ağlıyordum.
Ensemi yakan güneşin sıcaklığıyla kendime geldim. Her şey kısa film gibi gözümün önünde canlanmıştı. Yapmak istediğim ama cesaret edemediğim hayatımın görüntüleriydi.
Elimi uzattım. "Hoş geldin hala, seni yeniden aramızda görmek ne güzel. Konuşacak çok şeyimiz var. Önce kahvaltı yapalım, yol seni acıktırmıştır."
Donuk yüz ifadesine büründü halamın yüzü. Hasan ağaya doğru dönerek, "Hatice ablaya misafirin geldiğini haberdar edin, çayı getirsin," dedim
"Benimle gel hala, seni kahvaltı masasına götüreyim," diyerek koluna girdim.
Ailemden birine bu kadar yakınken uzak olmak, beni öldürüyordu.
Masaya sessizlik hâkimdi. Halam tavrımdan dolayı şaşkındı. Bu yüzden sessiz kalmayı tercih ediyordu. Mehmet amca ve doktor ise büyük ihtimal bizi analiz etmek üzere sessizdi. Hatice ablanın çaydanlıkla masanın kenarına gelmesiyle yüzlerdeki kaslar kıpırdamaya başladı.
"Hoş geldiniz, çayınızı nasıl arzu edersiniz."
"Teşekkürler, açık olsun lütfen," diye gülümsedi halam Hatice ablaya.
Hasan ağanın beni çiftliğe geri getirdiği günden beri çalışanlara karşı serttim. Teşekkürler demeyi unutmuştum, beni küçük düşüreceğini sanıyordum. Oysa şimdi halamın teşekkürüyle Hatice ablanın gözleri ışıldıyordu. Işıltısı takındığım tavrın doğru olmadığını gösteriyordu bana.
Çaylarımızı doldurduktan sonra başka arzumuzun olup olmadığını söyleyip gittiğinde yeniden biz bizeydik.
"E...E...E... Anlat bakalım Bahar okul nasıl gidiyor," diye sordu Mehmet amca.
"Of! Hiç sorma," dedi burun kıvırarak halam. Tabaktaki salatalığı ağzına attı. Dişleriyle parçaladığı salatalık çatırdıyordu. Çatır çutur seslerin arasından konuştu. " Son senem olduğundan kendime vakit ayıramıyorum. Okula gidiyorum, staja gidiyorum, tez yazıyorum, kursa gidiyorum buda yetmezmiş gibi bide bizimkilerin sorunu var üzerimde."
Anlaşılan evdeki sorunlar çözüme kavuşmamış.
"Zor valla, neyse bunlar senin için tatlı yorgunluk demek. Az kaldı, şunun şurasında okulların kapanmasına kaç gün kaldı," dedi çayını yudumlarken Mehmet amca.
"9 ay," dedikten sonra halam kahkaha attı. Ardından çayından bir yudum aldı.
"Sen neler yaptın burada Kukla. Keyfin yerinde mi?" diyerek gözlerini gözlerime dikti halam.
"İyiyim. Mehmet amca, sağ olsun her şeyimle ilgileniyor."
"Belli oluyor. İnsan arayıp sorar, hiç aramıyorsun. Madem aramıyorsun, bari aradığımızda telefonu aç. Mehmet abi seni rahata alıştırmış, baksana geldiğin yeri çoktan unutmuşsun."
Kızmakla yeterince haklıydı ama sandığı gibi bir hayatı da yaşamıyordum burada.
"Haklısın hala, bunları konuşmak için gelmedin demi o kadar yoldan."
"Ha! İşte tamda sürpriz buydu. Halan buraya..." tepkimi ölçmek istercesine konuşmasını yarıda kesti Mehmet amca.
"Evet, Mehmet amca e... e... e..."
"Halan buraya seni üniversiteye götürmeye geldi. Hem de şimdi."
"Şaka." dedim halamla Mehmet amcanın yüzünün arasında kalarak. "Şaka yapmıyorsun değil mi?"
"Madem bu kadar istekliydin, neden şimdiye kadar buraya gelmedin," dedi çatalı tabağına hızlıca bırakarak halam.
"Bahar!" diyerek çay bardağını masaya vurdu.
Doktor da dâhil olmak üzere hepimiz şaşkınlıktan Mehmet amcanın yüzüne bakıyorduk.
Halam hiçbir şey demeyerek kahvaltısına devam etti. Masadan kalkarak Mehmet amcanın boynuna sarıldım. "Teşekkürler, sözünde duracağını biliyordum baba."
Yerime geçtiğimde halam bana doğru eğilerek, "Sen Mehmet abiye, baba mı dedin," diyerek mırıldandı.
"İkisi de Mehmet değil mi ne fark eder. Ne de olsa yılarca babam olmayan adama baba diye seslendim. Piç olduğumu unutuyorsun hala."
Kaşlarını çatarak, "Piç mi?" diye mırıldandı.
"Fısır, fısır ne koşuyorsunuz gençler," diye araya girdi Mehmet amca.
"Hiç. Görüşmeyeli özlemişim onu konuşuyorduk Mehmet abi."
"E... E... E... Ne zaman gideceğim Mehmet amca," dediğimde elim Mehmet amcanın masanın üzerinde duran elini tutuyordu.
"Kahvaltını yaptıktan sonra çantanı hazırla, istediğin an gidebilirsin. Yeterince bekledin, artık istediğini almanın zamanı geldi." diyerek elinin üzerindeki elimi sıkıca kavradı boş eliydi.
Odaya girdiğimde arkamdan gelen Hatice abla eşyalarımı koymam için iki büyük bavul getirdi yanında. Siyah ve parlak olan bavulun sapını tuttuğum gibi dolabın önüne koydum. Dolabın kapılarını araladığımda içinde beni yansıtmayan çaput parçaları hayat bulmuştu. Sessizce karşıladım onları. Sessizliğimi fark eden Hatice abla araya girdi. "İsterseniz eşyalarınızı ben toparlayayım. Sizde bu arada misafirinizle ilgilenmiş olursunuz. Eşyaları toparlayınca bavulu aşağıya indiririm. Olur mu?"
Bahçeye halamın yanına gitmedim. Odamın penceresinden dışarıdaki melek figürünü izledim, keşke giderken onu da yanımda götürebilseydim. Gittiğim için bana kızıyordu, öfkeyle gözünü kaldırmıştı üzerime. Okla gerdiği yayını çiftliğin kapısına çevirdi, gidersen seni öldürürüm der gibiydi. Gitmemi istemiyordu, alışmıştık birbirimize. Her gece pencerenin önüne geliyor sessizce yazdıklarımı ona mırıldanıyor, beni anlamasını bekliyordum. Sessizliği beni onayladığını gösterir gibiydi.
"Konuşamasam da yanındayım Kukla, bundan sonra sana kimse zarar veremez. Bak yayımı gerdim, korkma," diyordu bana.
Hatice ablanın "Beyefendi," deyişi göğsümü sıkıştırdı. "Beyefendi çantamız hazır."
"Dalmışım," dedim gülümseyerek. "Gitme vakti geldi o zaman Hatice abla."
Hatice abla bavulları kavradığı gibi sürükledi. Hızlı adımlarla yetişip bavullardan birini aldım.
Gülümsedi. "Teşekkürler beyefendi," dedi.
Güldüm. "Her şey için teşekkürler. Hakkını helal et."
Durdu. Gözlerimin içine bakarak çekiştirdiği yeşil eşarbını düzeltti.
"Helal olsun!" dedi. "Kendine dikkat et ve bir daha da buraya gelme, kendine bu iyiliği yap. Tama mı?"
Bavulumu alıp önden ilerledim. En azından içim artık rahattı. Merdivenlerden aşağıya indiğimizde Hatice ablanın telefonu çaldı. Telefonu açmak için merdivenlerin ortasında durduğunda ben çoktan sona gelmiştim. Orman demesi konuşulanları merak etmeme neden oldu. Merdivenlerin köşesine gizlenerek konuşulanları dinledim.
"Ne gerçekten mi?" diye Hatice abla coşkuyla bağırdı. "Çok şükür yarabbi, sonuna dualarımızı kabul ettin."
"E... E... E... Neresi peki, hadi söyle öleceğim heyecandan valla kız, çabuk." Sesi çatırdıyordu her an ağlayacak gibi. "Bu çok iyi oldu. Hem de yakın istediğin an gelebilirsin, babam çok sevinecek bu habere. Kızı üniversiteyi kazanmış, sevinsin gariban."
Ormanın üniversite sınavına girdiğini ve ikinci tercihlere başvuru yaptığını bilmiyordum. Bundan hiç bahsetmemişti bana. Bir an kendimi hatırladım. Sonuçların açıkladığı gün yaşamış olduğum karmaşayı yeniden yaşıyormuşum gibiydi. Sonra da aklıma Mert geldi. İlk tercihleri kazanamayınca şansını ikincisinde deneyecekti. Kazanmış mıdır? Umarım. Ah! Mert, umarım...
Telefonu kapatınca fark edilmemek için hızlıca kapıya yöneldim. Dışarıda halamla, Mehmet amca melek figürünün gölgesinin altında duruyordu. İkisinin de yüzü gülüyordu. Geldiğimi gördüklerinde yanıma doğru yürümeye başladılar. Hasan ağa elimdeki bavulu alarak bagaja yerleştirdi.
Mehmet amca elini omuzuma attı. "Sonunda senin için yolculuk vakti geldi." Gülümsedi. "Hadi yine iyisin, halan var artık yanında yalnız kalmayacaksın. İhtiyacın olduğunda aramayı unutma."
Gideceğimi düşündükçe gülmek istiyorum, ağzım yırtılana kadar kahkahalar atmak.
"Tamam, ararım Mehmet amca."
Telefonum yoktu. Bunu unutmuş olmalıydı.
"Arar, arar merak etme Mehmet babası. Kukla rahatı görünce kolay kolay unutamaz," dedi sitem kokan kelimeleriyle halam.
"Ah! Halam ah! Hiç değişmemişsin," diyerek gülümsedim.
"Hayatımız senin kadar mükemmel değil de ondan beyefendi."
"A... A... A... Tamam gençler anladık çok özlediniz birbirinizi ama şu enerjinizi eve saklayın. Şuan sırası değil," diye araya girdi Mehmet amca.
Bugün fazla anlayışlıydı bana karşı. Oysaki gitmemem için elinden geleni ardına koymuyordu Mehmet amca. Bana karşı planladığı bir şeyler olmalı.
Hatice ablanın gelmesiyle de son bavul arabadaki yerini aldı. Arabanın motorunun çalışmasıyla titreyen kaporta vedalaşma vaktinin geldiğini söylüyordu.
"Görüşürüz Mehmet amca," deyip tebessüm ettim.
Mehmet amca kolumdan tutarak kendine çekti beni. Göğsüne sıkıca bastırarak sardı kollarını bedenime. "Yine gel, tamam mı çocuk?"
Kollarının arasından kendimi çekip, gülümsedim. "Görüşürüz Mehmet amca."
Doktorla vedalaşmadan yanından geçtim. Arka koltuğa oturduğumda çiftlikten ayrılacağımdan dolayı derin nefes aldım. Mideme kramp giriyordu. Bacaklarım yeniden titriyordu. Sobanın karşısındaymışım gibi yanıyordu yüzüm. Hasan ağa arkaya doğru döndüğünde yüzü paramparçaydı. Kabarcıklar çıkıyordu. Anlından aşağıya sarkan yanmış deri parçası her an düşecekmiş gibiydi. Kokusu kedi ölüsü gibiydi. Kusacak gibi oldum.
"Beni hatırladın mı? Çocuk" dedi.
"Hayır," diyerek çığlık attım. Gözlerimi kapatıp, başımı dizlerimin arasına gömdüm. Halam omzumdan sarsarak "Kukla iyi misin? Ne oldu?" dedi.
"Titriyorsun, ne oldu Kukla. Neden bağırdın," diye başımın üzerinde telaşla haykırıyordu halam.
Mehmet amca kapıyı açtı. "Ne oluyor burada," dedi.
Başımı yavaşça gömdüğüm bacaklarımın arasından kaldırdım Hasan ağaya doğru. Normal görünüyordu. Gördüğüm her neyse artık yerinde yoktu. Halüsinasyon görmüş olmalıydım.
"İyiyim. Kramp girdi sadece," diyebildim.
Güldüler. "Kukla'ya iyi bak Bahar," deyip kapıyı kapattı Mehmet amca.
"Beyefendi iyiyseniz gidelim," dedi Hasan ağa bana doğru bakarak.
Gördüklerimin etkisinden kurtulamamıştım. Yüzüne bakmaya korkuyordum. Yere baktım.
"İyi, iyi bir şeyi yok onun gidelim artık," dedi halam.
Hasan ağa gitmek için benden cevap bekliyordu.
"İyim Hasan abi gidebiliriz."Not: Merhaba arkadaşlar bildiğiniz üzere ilk kitabım bu ay sonu raflarda olacak ve ben 19 Mayıs'ta Kocaeli kitap fuarında Postiga yayınevi standında olacağım. Cennetteki Kaplumbağalar'ı ilk sahiplenen olmak isteyenler ve tabii ki benim de imzamla beraber, durmayın gelin. Gelemesen de üzülme, daha önümüzde ne fuarlar olacak. Varsa yakınlarınız haberdar edin Vedat Onat geliyor diye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUKLA
Teen FictionAkbabalardan oluşan bir kanyon da çığlık atmak ne işe yarar? Avın ayağına avcıyı getirmekten başka,