Halam gelecekti. Bir haftalık tatilin sonuna geliyorduk. Kaldığımız yerden başlamaya devam edecektik. Eminim halamın soracağı çok şey vardır. Sözde bu ayrılık benim için kafa tatili olacaktı. Şöyle arkama doğru baktığımda, parfüm şişesini, ağzımdan kaçırdığım sevgiliyi ve sapığı görüyordum. Halam bunların hesabını sormaya geliyordu. Kendimi savunmaya hazırlanmalıydım. Kuracağım cümleleri düşünmeye başladım. Kısa ve öz olmalıydılar. Aksi takdirde bu sohbet tartışmaya dönebilirdi. Daha fazla sesi kaldırabilecek gücü artık kendimde bulamıyordum.
Bunların yanında halamın gelişi üniversite kaydımın yaklaştığını gösteriyordu. Bavulumu hazırlamaya başladım. İki gün sonra üniversite kaydı için Adana’ya gideceğiz. Adana’ya daha önce bir kez gitmiştim. Sıcak bir yerdi. Sıcaktan kastım havalarıydı. İnsanları göründükleri kadar sıcak değildiler. Korkutmuştular beni, her an biri bıçağı çekecekmiş gibiydi. Keşke başka üniversiteyi seçseydim. O zaman halamla da aynı şehirde, evde, okulda olmamış olacaktım. Görende çok iyi anlaşıyoruz sanacak, koskoca bir yılı göt, göte geçireceğiz. Kendimi bunlara da hazırlamamın zamanı gelmişti. Yolumu kesecek insanlara, çıkabilecek kavgalara. En çokta arkadaşlarımı merak ediyordum. Yeni arkadaşlarım umarım lise arkadaşlarıma oranla daha iyidir, üniversite okuduklarının farkına varan insanlar olurlar. Kayıt gününde ilk defa göz göze gelecektik, o an için çok heyecanlıydım. İlk izlenimler her zaman en çok önemli olmuştur. Bakalım sınıf arkadaşlarım beni yüceltecek insanlar mı olacaktılar? Yoksa beni aşağı çekecek insanlar mı olacaktılar? Dünyada tek kalacağımı bilsem, yalnızlık ağları dört bir yanımı kaplasa bile beni aşağı çekecek insanlarla asla arkadaşlık kurmazdım. Sadece “Merhaba” onu da laik olduklarını düşünürsem söylerim. Ben böyle biriydim. Sınırlarını iyi bilen ve bu sınırlara müdahale edilmesine izin vermeyen biriydim.
Birbirlerini takip eden günleri takip ediyorum. Ay’la güneşin yer değiştirmesini, gökyüzünde serçelerin yerini yarasaların almasını, beyaz bulutların yerini yıldızların almasını, sabah kahvaltısında şakırdayan bardakların yerini akşam yemeğinde içinde kaşıkların döndüğü kâselerin almasını takip ediyordum. Günlerimi böyle öldürüyordum. Yapabileceğim başka bir şey yoktu. Bütün gün yaptığım şey uyumak, beklemek ve yaşamı irdelemekti.
Benim hiç kardeşim olmadı. Evin tek çocuğuydum, gözbebeğiydim, çiçeğiydim, kıymetlisiydim, hazinesiydim… Dışarısı benim için evden daha farklıydı. Orada beni bekleyen kardeşlerimin olduğunu düşünüyordum. Mert’le Ali’yi düşünüyordum. Beraber büyümüştük. Beraber oynamıştık. Beraber kaçmıştık sokak köpeklerinden. Beraber ıslanmıştık aynı yağmurun altında. Beraber hayaller kurmuştuk. Beraber…
Bunların hepsi çocukluk anılarımın en ücra köşelerinde kaldılar. Büyüyünce her şey farklılaştı. Ego, hırs, kin, kıskançlık, yalan… Bizimle beraber hiç fark ettirmeden büyüdü. Saf hayalleri olan biz çocuklar, artık saf değildik. Yeri geldi, kardeşim dediğimiz insanın arkasından kuyular kazdık. Yeri geldi başarısına engel olduk. Onları kıskandık, benden daha iyi yerleri okuyor, benden daha iyi aileye sahip, benden daha çok kazanıyor benden, benden ve benden.
Mert aramızdaki en saf kişiydi. Ve bir o kadar da en tehlikeli olandı. Hayalini kurduğu birçok şeyi ya Ali başarmıştı ya da ben. Yarım kalmış hayallerini başkaları tarafından tamamlandığını görerek büyüdü Mert. Bu gördükleri onun bilinçaltını şekillendirdi. Saf çocuk büyüdükçe kirlendi. Hala nasıl yaptığını çözmüş değilim. Hayal dünyasından uydurduğu şeyleri biz yapmışız gibi sunuyordu. Birbirimizi tanımıyor olsaydık dediklerine inanabilirdim. Onun adına endişeleniyorum. Onda bir takım ipuçları görüyorum. Tedaviye ihtiyacı vardı. Bunu kabul etmiyordu. Korkuyordum, bir gün dört bir yanı beyaz süngerlerle kaplı odalarda yaşayacak olmasından korkuyordum. Endişelerimi onunla paylaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUKLA
Teen FictionAkbabalardan oluşan bir kanyon da çığlık atmak ne işe yarar? Avın ayağına avcıyı getirmekten başka,