Yolculuk boyunca ev arkadaşım hakkında düşünüp durdum. Hayatım benden bağımsız bir şekilde şekilleniyordu. İstesem de istemesem de bir şekilde bunları yaşayacaktım. Bu yüzden olayları daha fazla drama dökmeden akışına bırakmaya karar verdim. Otobüsle yolculuk yapmak sandığımdan daha sıkıcıymış ve de yorucu. En azından ayaklarım yere basıyordu. Gökyüzünde kuş gibi süzülmektense, karada teneke parçasının içinde dik durmaya çalışmayı tercih ederim. Yolculuğumun büyük bir kısmını uyuyarak geçirdim. Uyandığım zamanları da müzik dinleyerek öldürdüm.
Yeniden İstanbul'daydık. İki gün uzak kaldığım bu sokakları çok özlemiştim. İnsanı illallah ettiren trafiğini bile özlediğimi fark ettim. İnsanın yaşayıp büyüdüğü yer gibi yoktur. Kendini en rahat hissettiğin yerdir burası. Bu yüzden İstanbul'un yeri benim için çok ayrı.
Geldiğimizi gören annem, balkondan bize el salladı. Yeniden bir aradaydık. İki günlük ayrılık bizim için bir ömre bedel olmuştu. Ana kucağı ve yemeklerini burnumda tütüyordu. Bu yüzden bavullarımı aldığım gibi hiç zaman kaybetmeden apartmanın içine daldım. Apartmanın içi annemin yaptığı yemeklerle kokuyordu. Tereyağında yapmış olduğu pilav, zeytinyağlı fasulye ve fırından yeni çıkmış tavuk kokusu yankılanıyordu tüm merdiven köşelerinde. Koklaya, koklaya kapımızın önüne vardım. Zile tam basacakken annem kapıyı açtı. Evin kapısının açılmasıyla birlikte dışarı çıkmayı bekleyen koyun sürü gibi salındı yemek kokuları dışarıya. Buram, buram ev yemeği kokuyordu.
"Çok güzel kokuyorlar, çok acım anne!"
"Babasının oğlu, insan ilk annemi özledim der."
"Valla anne senide çok özledim, ama şuan yemekler çok güzel kokuyor."
"Büyüdükçe babana benziyorsun. Elin çocuğu büyüdükçe annesine çekiyor, bizimki babasına, ya sabır!"
Ayakkabılarımı çıkardığım gibi yemek masasına oturdum. Yemekleri kaşıklaya, kaşıklaya götürdüm. İki gündür doğru düzgün yemek geçmiyordu boğazımdan. Mehmet amcanın yemekleri güzeldi ama fazla gösterişliydi. Annemin yemeği ayrı, ona laf söyletmem.
Ellerindeki bavulları bir kenara koyan halamla babam en az benim kadar açtı. Onlarda gelir gelmez ilk önce yemek masasının etrafında soluklandılar. Annemse yalnız kaldığı günlerin acısını çıkarmaya niyetliydi. Sürekli sorular soruyordu.
"Nasıl geçti?", "Ne yaptınız?", "Nerelere gittiniz?", "Ne yediniz?", "Okul nasıldı?"...
Annemin bitmek bilmeyen sorunlarına babam, "Beş dakika sus be kadın, boğazımızdan yemek geçsin," diyerek cevap verdi.
"Zıkkım ye emi! Kaç gündür burada tek başımayım. Konuşsan ölecek misin?"
"Ya sabır!" dedi babam.
Annemle babam hasretlerini böyle gideriyordu. Alışmıştım onlarım bu tip atışmalarına, iki dakika sonra onlardan iyisi olmazdı. Bu yüzden en iyisi araya girmemekti. Sonra kötü ben oluyordum.
Yemek yedikten sonra Mert ve Ali ile buluşmaya gittim. Yokluğumda barışmıştılar. Her zamanki yerimizde yani parkta buluştuk. Mertle Ali sanki hiç küsmemiş gibiydi. Yine ikili dayanışma içindeydiler.
"Arkadaşlar üniversite çok güzeldi. Seneye sizin de tercihlerinizin arasında olmalı."
"Şaka mısın? Ben oraya rüyamda bile gitmem," dedi Ali. "Boğaziçi ya da ODTÜ gitmek varken."
"Ailemden uzakta okumayı tercih etmiyorum. Birde bölüm okuyacaksam hiç gerek yok." dedi Mert.
"Siz bilirsiniz benim ki sadece bir öneri."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUKLA
Teen FictionAkbabalardan oluşan bir kanyon da çığlık atmak ne işe yarar? Avın ayağına avcıyı getirmekten başka,