"Yağmur damlalarının arasında,
Sonsuzluğa doğru, kuş olup uçar hayallerim.
Kimsesiz çocuklar gibi hasret çeker yüreğim.
Bir adım, iki adım, üç adım....
Bu kadar yakındı bedenim.
Dikenli telleri sardılar.
Kan ve gözyaşı suladı tenimi.
Güven diye bir şey kalmadı.
Kestiler kuklanın iplerini,
Toz duman arasında yerle bir oldu.
Hissizleşti, sustu, duruldu, yoktu."
- Vedat Onat
Üniversite sonuçlarımla birlikte hayatım azda olsa şekilleniyordu. Artık geleceğim hakkında konuşabilirlerdi. Nede olsa onlara bu malzemeyi veren kişi de bendim. Buralardan gideceğim için mutluyum. Bayram seyran dinlemeden bir şekilde bahaneler uydurarak bir daha gelmeyeceğim. Bu iki taraf için en iyisi olacak. Özellikle babam için. Uzun bir süre yüzünü dahil görmek istemiyorum. Kazandığımı söyleyeli bir hafta olmasına rağmen hala “Tebrik ederim” demedi. Bu durum beni yaralıyor. Evde iki yabancıyı oynuyoruz. Gözlerimizi bir birimizden kaçırıyor farklı odalarda takılıyoruz. Oysa onunla yeniden konuşmaya çok ihtiyacım vardı. Bana “Gitme kal. Bir sene daha bekle demesini” o kadar çok istiyordum ki. Güven sorunu yaşayan çocuğunun ellerine, yerle bir olmuş kaderini bırakmıştı.
Felaket tellalı Halam üniversitenin yaz okulu dersleri bitince bize geldi. Kendisi Çukurova Üniversitesinde Hemşirelik son sınıf öğrencisidir. Benim de Çukurova Üniversitesini kazandığımı duyduğu zamanki surat ifadesini görmeyi o kadar çok isterdim ki. Zira şuan yapmacık tavırlarıyla çok mutlu görünüyor. Halamın mutluluğu babamın bombayı patlatmasına kadardı. Babam, Halam ile benim aynı evde yaşamamızı istiyordu. Böylelikle bir birimize de sahip çıkmış olacakmışız. Halam kısa süreli yaşamış olduğu şokun etkisinden kurtulup “Tabii neden olmasın ki” dedi. Bense ne sevindim ne de üzüldüm. Ama babamın üniversitede kalacağım yeri düşünmesi hoşuma gitmişti. Halam gerçekten bu duruma sevinmiş miydi? Yoksa babaannem ve dedem öldükten sonra bütün sorumluğunun babamın eline geçmesinden dolayı mı reddetmedi?
Babam ile Halam benim üniversite sonucumu konuşuyordu. Ne sonuçtu ama konuş konuş bitmiyordu. Artık konuşulanları dinlemekten de için daralmıştı. Sadece susuyordum. Susmak bir cevap mıydı? Yoksa susmak kabullenmek miydi? Ağızım çıktığı kadar bağırırsam özgürlüğüme kavuşabilir miyim? Yoksa yeni bir Osmanlı tokattı ile mi karşılaşırdım?
Konuşulanlardan bir hayli sıkılmıştım. Dışarı çıkmak için izin istediğimde kimse oralı olmadı. Bu yüzden ben de sorumu tekrarlamadım. Odama gidip üstümü değiştirdim. Arkadaşım Ali ile Mert’e “Parkın orada buluşalım” diye mesaj attıktan sonra mp3 çalarımdan “Relax, take it easy” şarkısını açıp, evden çıktım. Konuşulanlardan uzakta dışarıda olmak güzeldi. Parkta oynayan çocukları izliyordum. Sürekli gülüyorlardı. Gelecek kaygıları olmadan bir o oyuncağa bir bu oyuncağa biniyordular. Bir an için onlar gibi olmayı düşledim. Onları düşledikçe sıkıntılarımdan arınıyordum. Kuş gibi hafiflemiştim. Kollarımı çırparsam belki uçabilirim. Gözlerimi kapatıp hayal dünyamda kollarımı iki yana doğru açıp, kollarımı kuşların yaptığı gibi çırpıyordum… Sonunda uçmayı başardım. Gökyüzünde bulutların arasında uçuyordum. Bulutlar televizyonun bize anlattığı gibi pamuk misali değildi. Sisli ve soğuktu. Tıpkı gerçekleştiremediğimiz hayallerimiz gibi. Gökyüzünde benden başka kimse yoktu. Burası tam da istediğim gibi bir yerdi. Özgürlüktü.
Ali’nin elini omuzumda hissetmemle irkilerek, hayal dünyamdan gerçek dünyaya doğru ani iniş gerçekleştirdim. Bu halimi gören Ali ile Mert gülerek,
“ Hayırdır, korktun mu?” dediler.
“Yok, oğlum, boşluğumu yakaladınız” dedim
Mert, “Eee… Üniversiteli nasıl gidiyor hayat” dedi.
“Bildiğin gibi değişen bir şey yok.”
“Bu anlarının kıymetini bil. Dört yıl sonra işsiz kalacaksın. Kimya mezunlarının ataması zordur” diyerek Mert konuşmasına devam etti.
Mert’in bu lafı zoruma gitmişti. Mert ile Ali ortada komik bir şey varmış gibi gülüyorlardı. Onlar için alay konusu olmuştum.
“En azından ben bir yerleri kazanabilecek puanı alabiliyorum. Sen hala barajı geçemiyorsun Mert. Bence, sen önce bunu bir düşün”
Yüzsüzlük alanında mastır yapmış olan Mert’i bu söylediklerim bile etkilememişti.
“Kıytırık yerleri okusaydım daha mı iyi olurdu?” diyerek kendini bir kez daha kanıtladı.
Ali ise sohbeti uzaktan takip edip konuşulanlara gülüyordu. Ali oldu olası hep zeki idi. Bu yüzden kendine olan güveni de hep tam olmuştur. Arkadaşlık söz konusu olduğunda ise sınıfta kalıyordu. Ali’nin ben merkezli düşüncelerinden dolayı biz diye bir şey hiç bir zaman olmamıştı.
Mert’in boş konuşmaları canımı daha da sıkmıştı. Bir mesleğin iyi olup olmadığını “KPSS” atamaları mı belirliyordu? Bilim bu kadar mı önemsizleşmişti?
“Sizi çağırmakla hata ettim. Bir daha beni çağırmayın,” dedim
“Aaa… Bak gördün mü Mert? Senin yüzünden alındı” diyordu Ali küçümser ses söz tonuyla.
“Boşver, tilki dönüp dolaşır, yine kürkçü dükkanına gelir”
Babamdan alamadığım desteği çocukluk arkadaşlarımdan da alamamıştım. Anlayacağınız bu kapıdan da bir tekme yemiştim. Bense arkadaşların bir birlerini iyi ve kötü günlerde desteklemeleri gerektiğine inanıyordum. Televizyonlardaki dizilerde hep böyle olmuyor muydu? Neden benim yaşantımda bu gerçekleşmedi?
Mp3 çalarımda aynı şarkıyı açıp, sert adımlarla eve doğru gittim. Anahtarı kapıya tam sokacaktım ki annem ile babamın bağırtılarını işittim. Annem, babama “Senin yüzünden çocuk tercih yaptı. Hayatını mahvettin” diyordu. Babam ise “Ona tercih yap mı dedim? Kendi tercih yaptı. Bir yıl beklese ne değişecekti. Ondan bir bok olmaz” diyordu. Babamın son sözleri ruhumun derinliklerine saklamış olduğum son hisleri de kırıp atıyordu. Kapının önünde çöküp ağladım. Gözyaşlarımın eşliğine kendime söz verdim. “Bir daha kimse için ağlamayacağım. Herkese yaptıklarını ödeteceğim. Eğer bir kuklaysam, iplerimi kendi elime alacağım. Kendime söz veriyorum.”
>>>>>>>>>>>>>>Devam Edecek!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUKLA
Teen FictionAkbabalardan oluşan bir kanyon da çığlık atmak ne işe yarar? Avın ayağına avcıyı getirmekten başka,