Yangından sonra sığındım tek limandı Mehmet amca. Normal bir günde aklıma en son gelecek kişiydi. Fakat yangın istediğim gibi sonuçlanmamıştı. Bu yüzden bundan sonra hiçbir gün benim için normal olmayacaktı. İçimde benim bile tanıyamadığım başka kişilikler oluşmaya başladı. Bu kişilikler en zayıf anımı kollayarak dışarı çıktılar. İç dünyamla avla avcı oyununu oynamaya başladım. Kendimi avlıyorum… Babamla Serap yangından sağ kurtulmuştu. Fakat tam anlamıyla sağ denilemezdi. Bedenlerine ölene kadar saklayacakları derin yaralar kazılmıştı. Özellikle de babam da… Şanslıydılar, çünkü gazını açtığım tüp boştu. Bu yüzden beklediğim büyük patlamayı duyamamıştım. Dumandan mıdır? Yoksa alevlerin odaya kadar gelmesinden dolayı mıdır? Bilmiyorum ama yangının vermiş olduğu ölüm korkusuyla, babamla aşığı pencereye anadan doğma çıkmıştılar. İnsanların haykırışları bu yüzdendi. Atlamalarını istiyorlardı, çünkü kaçacak başka yerleri yoktu. Bütün çıkış noktalarını kapatmıştım. Tek çıkış noktası vardı, o da pencere. Annemin haykırışlarının birden kesilmesinin nedenini şimdi anlıyorum. Kocasıyla yan komşusunu çırılçıplak bir vaziyette, arkalarından gelen siyah dumanın eşliğinde, pencereden dışarıya doğru sarkarken görmüştü. İlk önce babam atlamış, ardından da Serap. Babam beton zemine sertçe düşmüş, görgü tanıklarına göre babam düştüğünde kemiklerinin kırılma seslerini duymuşlar. Babamın ardından atlayan Serap, çivi gibi babamın üzerine düşmüş. Şanslı kadınmış, çünkü babamın bedeni toprak zemin etkisi yapmıştı. Birkaç kırıkla bu yangından Serap sağ çıkmıştı. Peki babam? Yara almasını en çok istediğim kişi oydu. Ölmemişti, bu yüzden belki de şanslıydım, çünkü ilerde babasını öldüren çocuk olarak anılabilirdim, anılmasam bile belki ilerde bunun vicdan azabını çekebilirdim. Düşerken almış olduğu darbenin etkisiyle babamın kalça kemiği yerinden çıktı, bacakları da dört farklı yerden kırıldı. Serap’ın üzerine düşmesinin vermiş olduğu darbeden dolayı da omurgası çatladı. Doktorlar uzun bir süre ayağa kalkamayacağını söyledi. Birkaç kez ameliyat oldu. Vücudunun yarısı neredeyse alçıyla kaplanmıştı. Felç olmadığı için doktorlar onu şanslı ilan etmişti. Annemse günlerce başucunda ağladı. Onu aldattığı için tek bir kelime dahi etmedi. Çorbasını kendi içirdi, altını yine kendi temizledi. Sanki bu durumda olmasının nedeni kendisiymiş gibi davranıyordu. Oysa burada vicdanını rahatlatması gereken kişi varsa, o da bendim. Annemin bu davranışını babama olan aşkına bağlamıştım. Aşkın kör etmiş olduğu gözleri gerçekleri görmesine engel oluyordu. Annemin refakatçı olmadığı bir gün babamla baş başa kalmıştık. Yatağın içinde acılar içinde sızlanıyordu, damarlarından sürekli acılarını dindirecek ilaçlar alıyordu. Oturduğum koltuktan yapmış olduğum eserimi izliyordum. Onu izlerken gözlerimin önünde yıllar boyunca bana yaptığı ve yapmadığı şeyler canlanıyordu. Yıllarca televizyondaki çocukların babası gibi babamın olmasının hayalini kurdum. Beraber maça gitmeyi, benimle oynamasını, okuldan gelince günümün nasıl geçtiğini sormasını, sınavı kazanmadığım gün başımı okşayıp “Canın sağ olsun, dünyanın sonu değil ya...” demesini hayal ettim. Bunlara hiç sahip olmadım, şiddet gördüm, sevgisiz büyüdüm sürekli birilerinin oğlu oldum. Duvara atılan top gibi geri dönüyordum engellerden. Etrafımdakilerden birine yangını benim çıkardığımı söylemiş olsaydım, emim ki bana karşı cephe alırdılar. “Vicdanın sızlıyor mu?” “Yaptığını görüyor musun?” “Şimdi mutlu musun?” “Yaptıklarından dolayı utanmalısın?” “Kötü çocuksun,” “Kukla ’ya bunu yakıştıramadım,” “Artık benim oğlum değilsin,” diyeceklerini tahmin edebiliyorum. Mm… Yaşadığım bunca şeyden sonra nasıl olabiliyor da sağlıklı olmamı beklediler. Sürekli iyi çocuk olarak görülmekten yoruldum. Kendinden çok başkalarının iyiliğini düşündüğüm için kaybettim. Sustukça, içime atıkça benim bile tanıyamadığım kişilikler oluşmaya başladı benliğimde. Sürekli kendinizle konuştuğunuz bir gün oldu mu? Sizi anlayan, dinleyen tek kişinin yine siz olduğunu, babalarıyla oynayan çocukların yerinde olmayı hayal ettiğinizi, sevdiğiniz kişinin gözleriniz önünde öldüğünü, ailenizden birinin hastanede tedavi altında olduğunu ve birileri sizinle onun arasına duvar ördüğünü, ilk kahramanınızın babanızın olmadığını, fiziksel ve sözlü şiddete maruz kalarak büyüdüğünüzü, ailenizden biri üzerinde deney yapılmasına izin verildiğini, çocukluk arkadaşlarınız tarafından küçümsendiğinizi, annenizin aldatıldığını öğrendiğinizi ve üstelik babanızla aşığını yatakta bastığınızı düşünün. Şimdi beni daha iyi anlamaya başladınız. Hastalar için yemek saati gelmişti. Babamın yiyebildiği tek şey sıvı gıdalardı. Bu yüzden bugünkü menüde sadece su ve çorba vardı. Tadı ve tuzu olmayan bir kâse çorba, tıpkı… Kaşığı kâsenin içinde döndürerek, en derinlere doğru daldırdım. Derinlerden dolu dolu bir kaşık çorba çıkardım. Kaşıktan damlamasın diyerek kâsenin kenarına doğru hafifçe dokundurdum. Yatakta alçıların içinde kendine yeni bir dünya kurmuş olan adamın ağzına doğru bu kaşığı kaldırdım. Sıcak sıvı boğazından aşağı doğru akarken acaba babam ne düşünüyordu. İçini kaplayan tokluk hissiyle rahatlamış mıydı? Yoksa şimdiye kadar göz ardı ettiği çocuğu tarafından beslenildiği için vicdan azabı mı çekmişti? Babama anlatacağım çok şey vardı, beni dinlemekten başka çaresi de yoktu. Dudaklarından akan çorbayı peçeteyle sildim. Kâsenin içinde kaşığı yeniden döndürmeye başladım. Bunca zamandan sonra konuşma sırası sonunda bana gelmişti. “Hatırlıyor musun baba? Rozal’in öldükten sonra psikolojik olarak sorunlar yaşadığımı ve yardım almamı söylediklerinde benim çocuğum deli değil deyip beni kendimle yapayalnız bıraktığını. Birkaç yıl sonra bu psikolojiyle girdiğim sınavda sınav sonucum istediğin gibi gelmediği için beni dövdüğünü. Ben unutmadım, sürekli bunu düşünüyorum. Bir şans daha tanımış olsaydın hayatımın şuan nasıl değişeceğini merak ediyorum. Belki de şans tanımış olsaydın sen de şuan burada yatıyor olmayacaktın. Peki, şunu hatırlıyor musun? Beni dövmek için kapıyı yumrukladığını, neredeyse kapıyı kıracaktın. Polisler sese gelmişti. Bizi şikâyet eden komşular değildi, bendim. Seni nasıl durduracağımı iyi biliyorum değil mi? Akıl hastanesindeki kardeşini görmeyi yasakladığını hatırlıyor musun? Ya da tedavi masraflarını ödemediğini, üzerinde deneyler yapılmasına izin verdiğini de hatırlıyor musun? Serap’la sevişirken, ‘Evdeki kadınsa sen nesin?’ diyerek inlediğini hatırlıyor musun? Görüyor musun baba? Senle ilgili ne kadar da çok şey biliyorum. Şuan konuşamıyorsun, konuşabilseydin acaba ne derdin. Ayaklarında alçı olmasaydı ve ben sana bunları söylüyor olsaydım, bana ne yapardın. Eminim ki ayağa kalkıp üzerime doğru yürürdün. İşte bu yüzden sen bu yatakta yatıyorsun, bense sana bunları söylüyorum. Canavar doğmadım, canavar olarak büyütüldüm! Bir daha azla bana zarar veremeyeceksin, çünkü artık seni nasıl duracağımı biliyorum. *** İlaçları vermek için oda ya hemşire geldi. “Babanız nasıl?” “Bilmem, bunu siz söyleyin.” Hemşire gülümseyerek, babamın kolundaki serumu çıkardı. Yenisi takmak için yanında getirmiş olduğu serumu hazırladı. İğne izlerinden dolayı babamın kolları mosmor olmuştu. İğnenin ucuyla yeni bir damar yolu açıp serumu taktı. “Babanız her geçen gün daha iyi oluyor, üzülmeyin,” dedi. “Teşekkürler, hastaneden ne zaman çıkabiliriz.” “Onu ben bilemem fakat tahminen 1-2 hafta daha kalması gerekebilir.” “Peki…” *** Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte annem hastaneye gelmişti. Uykusuzluktan gözlerinin altı mosmor olmuştu. Hâlbuki onu eve dinlenmesi için göndermiştim. Buna rağmen geceyi uyumak yerine babamı düşünerek geçirmişti. Bunca şeye rağmen… Annem gelince dinlenmek üzere odadan ayrıldım. Bütün geceyi babama karşı biriktirmiş olduğum bütün kin ve nefreti kusarak geçirmiştim. Merdivenlerden inerken telefonumu almadığımı fark ettim. Telefonu almak için odaya geri döndüğümde, yarı kapalı olan kapıdan dışarı sızan annemin sesini duydum. Ağlıyordu, bütün olanlardan dolayı kendini suçluyordu. Babamdan af diliyordu. Zamanında yapmış olduğu hatadan dolayı annem, babama bakarak cezalandırıldığını söylüyordu. Bu kadın bunu hak edecek kadar ne yapmış olabilirdi? “Benim yüzümden… Benim yüzümden…” diyerek ağlamaya devam etti. İçeriye girerek anne ne yaptın sen? Demeyi istiyordum. Bir yandan da şuan ki atmosferi bozmak istemiyordum. Biraz daha beklersem eminim ki vicdanı her şeyi ortaya dökecekti. Öyle de olmuştu. “Yıllarca yeğenini oğlun sandım. Kardeşinin çocuğuna babalık yaptın, beni affet, çok pişmanım, böyle olsun istemezdim. Sadece bir kez beraber olmuştuk, o günden sonra bir daha beraber olmadık. Onun çocuğuna hamile kaldım. Sana bunu söyleyemedim, söyleyemezdim. Kukla’nın onun çocuğu olduğunu bilmiyor, defalarca sordu ama söyleyemedim. Şimdi yaptıklarımın bedelini sana bakarak çekeceğim. Beni affet!” Kapıdan sızan sesler gibi sızmıştım birilerinin hayatına. Yıllarca babam sandığım ve her defasında sorun yaşadığım adam aslında babam değilmiş. Annem sadece babamla amcama kötülük yapmamıştı. Aslında annem bana kötülük yapmıştı. Anne karnından boş bir kaset olarak doğan beni, babalık konusunda sorunları olan bir adamın kollarına bırakmıştı. Bu kollarda büyüyen ben, yıllarca kendimi ve etrafımı sorgulayarak geçirmiştim. En sonunda boş kaset, korsan kasetlerin yapmış olduğu gibi hayatının belli dönemlerinde tutukluk yapmaya başladı. Babamın yatmış olduğu yatağın üstünde aslında annemin yatması gerekiyordu. O alçılar annemin bedenini kaplamalıydı. Günahlarının bedelini ben değil o çekmeliydi. Zevk suyuyla sulamış olduğu bedeninden dışarıya doğru taşmıştım. Her şeye rağmen anneme, babama yapmış olduğum gibi zarar veremezdim. Anneme karşı hep özel duygular beslemişimdir. Babamdan alamadığım sevgiyi annemden alındığım için onu hayatımın merkezine konumlandırmıştım. O olmasaydı ben ne yapardım sorusunu birçok kez kendime sormuşumdur. Yangından sonra artık hiç bir şey beni etkilemiyordu. Duygularım arınmıştı, kül olup uçmuşlardı. Vicdansa ondan eser yoktu. Bunca karmaşanın arasında bir yerlerde eski ben hâlâ bir şeyler saklı… Duyduklarımdan dolayı tek damla gözyaşı akıtmadım. İçeriye girdiğimde annem kendine çeki düzen verdi. “Neden geldin,” diye sordu. Cevap vermedim, kanepenin üzerindeki telefonumu alıp, babamın başucuna gittim. İlaçların etkisinden dolayı tek kelime dahi edemeyen adamın gözünün beyazı kan kırmızısına dönmüştü. Duyduklarına cevap veremiyor olması şuan onun için alabileceği en kötü cezaydı. Alnına doğru öpücük kondurup, kulağına “Her harikulade o benim annemdi ve sen annemi aldattın,” dedim. Hastaneden çıktığım gibi eve gittim. Evde halam misafirleri karşılıyordu. Kendime küçük bir bavul hazırladım. Odama gelen halam, “ Nereye gidiyorsun?” dedi. “Adana’ya… Soru sorma, gitmem lazım.” “Babanı bu halde bırakıp nereye gidiyorsun, saçmalama ne oldu?” “Hala gitmem lazım, soru sorma.” Çantamı toparladıktan sonra odamdan çıktığımda halam kolumdan tutup, “Neden gidiyorsun? Babana mı kızdın,” dedi. “Hayır amcama…” “Amcana mı? Hastanede babanın yanında değil miydin? Amcanın yanına mı gittin?” “Babam aslında amcammış, amcansa babam. Yani amca baba yarısıysa, babamda amcamın yarısıdır. İkisi bir bütün olabilir mi? Beni anlıyor musun? Halam duydukları karşında benden daha çok yıkılmıştı. Kolumu bıraktı. Kendine gelmeye, duyduklarını sindirmeye çalıştı. “Emin misin? Sana bunu kim söyledi?” “Bugün annemi babama karşı af dilerken duydum,” dedim. Gidiyorum, telefonumu yanıma almıyorum, uzun bir süre kimseyle konuşmak istemiyorum. Lütfen engel olma.” “Gi-gi-gitme.” “Elveda hala…” “Dur,” diye arkamdan seslendi. Arkamı döndüğümde halam odasına geçti. Odasından eline sıkıştırmış olduğu parayla çıktı. “Bunu al ve Mehmet amcaya git. Bütün olup bitenleri telefonda Mehmet amcaya anlatacağım, o seni korur. Okullar açıldığında Adana’da olacağım, kendini ne zaman iyi hissedersen gelirsin. Nerede olduğunu kimseye söylemeyeceğim. Şimdi git…” Her şeyden, herkesten kaçıp ona sığındım. Günlerce sessiz kaldım. Kimseyle tek kelime dahi konuşmadım. Mehmet amca konuşmam için beni zorlamadı. Her zaman bana anlayışla yaklaştı. Doktor çağırdı, bu dönemi sağlıklı bir şekilde geçirmem için bana bir rehber tuttu. İlk seanslarda doktorla da konuşmadım. Sessizliğim, Mehmet Han çiftliğinde kulaktan kulağa yayıldı. Herkes kendince bir neden arıyor, dedikodu çıkarıyordu. Bir kişi hariç, Orman günlerce odamın kapısını çaldı. Kapıyı açmasam da, bir şeyler fısıldayıp gitti. En son görüştüğümüz günden beri bana karşı bir takım şeyler besleyip durmuştu kalbinde. Hayalini kurduğu kişinin eskisi gibi olması için elinden geleni yapıyordu. Doktorun seansları konuşmamı sağlamıştı. Vermiş olduğu ilaçlardan dolayı değil, kullandığı tedavi yöntemleri yeniden sorgulamamı sağlamıştı hayatı. Orman’ın her gün aynı saatte odamın kapısını çalması ve açmadığım halde bir şeyler fısıldamasına daha fazla sessiz kalamamıştım. Bir gün odamın kapısını araladım ve Orman içeriye girdi. O günden sonra artık Kukla değilim. Ben henüz tanımadığınız kişiyim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUKLA
Novela JuvenilAkbabalardan oluşan bir kanyon da çığlık atmak ne işe yarar? Avın ayağına avcıyı getirmekten başka,