Gıcırdayan merdiven basamaklarının arasından sıyrılarak salona indiğimde, akşam için kurulmuş olan yemek masası, et dükkânının vitrinden fırlamışçasına önümde duruyordu. Kızarmış, haşlanmış, tuzlanmış et kokusu tarih ve para kokan bu köşkün daha önce tatmadığı kokulardan değildi. Köşk ruhsuz beden kokusunu iyi bilirdi, tıpkı sahibi Mehmet amca gibi...
Bedenini kapattığı takım elbiseleri, saçına sürdüğü kimyasallar, kendine has olmayan kokusuyla masanın başına oturmuş bana bakıyordu. Sessizce onu tanımlayacak el hareketiyle oturacağım yeri gösterdi. Tepsili yani Hatice abla masanın başındaki servis tabaklarını alarak, önceden programlanmışçasına bana sormadan masadaki her yemekten biraz önüme koydu. Mehmet amcanın tabağına dokunulmamıştı. Bu şölen bana mı özeldi? Yemeklerin için de bilmediğim her ne varsa tabağıma dolduruluyordu. Yoğun işkembe çorbasını bastırmaya limon tek başına yetersiz kalırdı. Biraz sirke fena olmazdı, ama şuan tadından çok amaca odaklanmalıydım.
"Mehmet amca bugün çok şıksınız bir o kadar da toksunuz," dedim. "Bakınız bütün yemekler önümde, sizse ölüm diyetindesiniz. Bugün sizin için ne ifade ediyor."
Gülümsedi. Bir lokma dahi atmağı ağzını sanki kirlenmişçesine önündeki ipek peçeteyi alarak temizledi.
"Bekliyorum! İstediğim yemek henüz pişmedi," dedi. "Açlığımı bastıracak şeyler önündekilerin hepsini kapsıyor ve bugün benim için geçmişi ifade ediyor. Afiyet olsun!"
Çorbanın içine küçük ekmek parçacıkları ufaladım. Bütün yemeklerden bir kaşık almaya dikkat ediyordum. Böylelikle tabağım ne eksilecekti ne de artacaktı, bana dair planladıkları ne varsa hepsi sona erecekti. Mehmet amca sabırla açlığını bastıracağı yemeği beklerken ben karnımı doyurmuştum. Sessizliğiyle buz kesen suratı tüm yemek boyunca bana odaklanmıştı, masadan kalmak için izin istedim.
"Küçük lokmalarla karını doyuruyorsun, tıpkı küçük hayallerin peşinde koşarak bir adım dahi ileriye gitmediğin gibi... Fırsatın varken yemelisin, yarının sana ne getireceğini bilemezsin, ha unutmadan yavaş ye, tadını unutmamak için."
"Büyük hayallerinin mi olduğunu idea ediyorsun? Beni küçük görüyorsun ve kontrol edilmesi kolay biri. Bunlar mı senin hayallerin? Böyle mi büyük, yüce ve fırsatları değerlendiriliyor olunuyor?"
İşaret parmağını salonun girişine doğru uzatarak, "Bak böyle..." dedi.
Tepsili abla ve Orman taşıdıkları kelleyi masanın ortasına koydular. Buram, buram kokan kelle, burnumu kapatmama sebep olmuştu. Vazifelerini yerine getirdikten sonra başları öne düşmüş şekilde salondan ayrıldılar.
"Bugün iki koyundan oldum. Birini senin yüzünden kaybettim, diğerini şuan ki yemek için..." dedi Mehmet amca. "Masada görmüş olduğun yemekleri bu koyunun etiyle yaptılar. Eğer sen koyunu kesmiş olsaydı şuan bu koyun yaşıyor olacaktı."
Ayağa kalkıp tepsinin yanına sıkıştırılmış olan bıçakları alarak kelleyi ortadan ikiye ayırıp yiyebileceği kadarını tabağına aldı. Soğuk tavırları hâkimiyetini sürdürüyordu. Ağzını silmiş olduğu peçeteyi bu sever yemeğin bacaklarına damlama olasılığını gidermek için kullandı.
"Almış olduğun kararlar sadece senin kaderini değil, herkesin kaderini değiştirir çocuk. Domino taşlarını bilirsin, biri düşmeye başladığında diğerleri de onunla birlikte düşmeye başlar. Şimdi söyle bana, koyunu kesmeyerek can mı kurtardın? Yoksa iki can mı aldın?"
"Senin gibi büyük hayaller peşinde koşan adam nasıl oluyor da benim gibi küçük hayaller peşinde koşan birinin yaptıklarını sorgulayabiliyor. Demek ki sandığın kadar küçük hayaller peşinde koşmuyormuşum, öyle değil mi? Yanılıyor muyum yoksa?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUKLA
Teen FictionAkbabalardan oluşan bir kanyon da çığlık atmak ne işe yarar? Avın ayağına avcıyı getirmekten başka,