2. Kısım 12. Bölüm: BOYA

534 30 75
                                    

Olmam gereken yerdeyim: öğrencilerin kurmuş olduğu koloninin önünde, aylar öncesinden kalmam için tutulmuş olan soğuk taş bloklarının içine girip çıkanları izliyorum. Sıkıca kavradığım bavulumu artık serbest bırakabilirdim. Perdelerini sonuna kadar açmış olan odalara göz gezdirerek hayal etmeye başladım. Raflardaki kitapların, dolaplardaki kıyafetlerin neye benzediklerini hayal ediyordum. Eğer vaktinde gelebilmiş olsaydım, benimde şuan onların ki gibi düzenim olacaktı. Her şeye rağmen hayallerim bir nebze de olsun geleceğe dair hala umudumu yitirmediğimi gösteriyordu bana.

Girişe doğru ilerledik, ta ki halamın daha fazla atacak adımı kalmayana kadar.

"Evet." dedi. Yüzüme bakmıyordu, dikkatini çantasına vermişti. "Of! Neredesin ya."

Acelesi var gibiydi,  çantasını karıştırıyordu. Sert. Hızlı. Telaşlı. Panikle...

"İşte buradaymış." dedi soluklanarak. "Al bunu, kaçıncı katta kalacağını hatırlıyor musun?"

Bana doğru uzattığı anahtarın havada sarhoş adamların yaptığı gibi etrafında dönüyor olması dikkatimi dağıtıyordu. Konuşabilecek kadar odaklanamıyordum.

"Duydun mu?" dedi. Bu söyleyiş kendini yenilemek için değil bana kızmak içindi.

Havada sallanan anahtarı aldım. Bu sayede artık etrafında dönmüyor olacaktı. Avuçlarımın arasında en az benim kadar hareketsiz kalmıştı çevresine karşı.

"Duydum, ama kalacağım yeri hatırlamıyorum."

"Tahmin etmiştim, nerede sende o zeka. 5 numarada kalacaksın, karşı dairede de ben kalıyorum. Yani 6 numara da ben kalıyorum. Belki anlamazsın diye tekrar edeyim 6 numarada ben kalıyorum, 5 numarada sen kalıyorsun."

Girişe doğru döndüm. Koridor bomboştu. Artık kimseler gelmiyordu.

Belini kavradığı elleriyle bana doğru eğildi. "Beni dinliyor musun? Hu... Aramızda mısın Kukla."

"Tamam. Sen gelmiyor musun?"

"Ah!" diye nefesini saldı. Sıcak soluğu kollarıma çarptı. "İşte insan ailesinden kopuk olunca bilemiyor, ne yapıyorlar ne ediyorlar falan... Kursum var, oradan da staja geçeceğim bu gece hastanede nöbet sırası bende bu yüzden yokum."

"Yarın olacak mısın?"

"Ay sıkıldım ama... " saçını sağ omuzunun arkasına attı. "Bak Kukla, buraya gelmiş olman her şeye kaldığımız yerden devam edeceğiz anlamı taşımıyor. İstediğini yapabilirsin, yeter ki benden uzak ol. Mehmet abinin ricası üzerine seni almaya geldim, yoksa telefonlarımı açmayan ve aramalarıma geri dönmeyen birinin yanına gelmezdim. "

"Bilmediğin şeyler var hala."

Sinirlenmişti. Sesi daha sert çıkıyordu. "Senin de bilmediğin şeyler var, ama bunları öğrenmek istemiyorsun. İstiyor musun? Misal annenin şuan ne yaptığını, abilerimin neler yaptığını gerçek babanın kim olduğu..." Sustu. Tepkimi ölçmek ister gibiydi, tıpkı tartışmalarımız da Mehmet amcanın yaptığı gibi. "Ha, ne oldu?"

"Hala..."

"Neyse çok oyaladın beni, kendine dikkat et. Bay bay..." el sallayarak arkasını dönüp gitti.

Gözden kaybolana kadar sırtını izledim. Kaybolduktan sonra boş koridora dâhil oldum. Birkaç adım atmamışken kapının ardından biri çıkı verdi önüme.

 "Merhaba Kukla. Hoş geldin, halan geleceğini söylemişti."

Bu adını hatırlayamasam da önümde duran minyon, kırkların sonunu yaşayan bu adamı alnından kaybolan saçlarının bırakmış olduğu boşluktan tanımıştım.

"Merhaba!"

"Geçmiş olsun. Şimdi nasılsın, inşallah iyisindir."

Ne demek istediğini anlamamıştım. Kaşlarım gerilmiş, bavulun kulpunu sıkmaktan avuçlarım uyuşmuştu.

"Anlamadım."

"Halan apandis ameliyatı olduğun için okula gelemediğini söylemişti." Yüzünde şüpheli ifade vardı. Açık yakalamış gibi...

"Ha... Evet, bir an ne demek istediğinizi anlayamadım. Uzun yoldan geldiğim için kafam allak bulak oldu, kusura bakmayın."

"Olur mu öyle şey." Güldü ev sahibim. "Seni daha fazla ayakta tutmayım, ne de olsa artık buralardasın görüşürüz yine. Tekrardan geçmiş olsun."

Ter tişörtün sırtıma yapışmasına neden oluyordu. Halamın benim için uydurduğu yalan aklımı karıştırdı. Neden benim için böyle bir yalanı söylemek zorunda kalmıştı ki, gerçekleri söylemiş olsaydı ne değişecekti. Yalanlar üzerine kurulmuş olan hayatım, kaldığı yerden devam ediyordu.

5 numaralı dairenin önüne geldiğimde içeriden tuhaf kokular çıkıyordu. Tiner gibiydi ya da boya. Belki de evi yeni boyadıklarından dolayı salınıyordu bu koku duvarlardan dışarıya.

Avuçlarımın arasında ıslanan metal parçası titredi. Açacağı kapının ardında onu bekleyen yenidünyaya hazır değilmiş gibiydi. Onun korkusu benim korkum oluyordu. Kalp atışlarım hızlandı. Boğazım düğümlenmiş gibi zor nefes alıyordum.

Üst kattan gelen gürültü korkumu dağıttı. Merdivenlerin yukarısına doğru bakıp gürültünün kaynağını merak ettim.  Bağırıyordu. Bağıran kişi kızdı. Sanırım telefonla konuşuyordu, çünkü erkek sesi duyamamıştım. Hatırladığım kadarıyla burada kızlarla erkekler aynı dairede kalamıyorlardı.

Kapı sesi duydum. Dışarıya çıkmak için hazırlanıyordu. Topuklu ayakkabılarının bırakmış olduğu ses gittikçe yaklaşıyordu. Panikledim. Bir an önce kapıyı açıp içeriye girmek istiyordum. Bu yabancıyla karşılaşmaya hazır değildim. Panik parmaklarımı yönetiyormuşçasına anahtar her defasında deliği ıskalıyordu. Ayakkabı sesleri kulağımın arkasında yankılanıyordu. Terlemeye başladım. Sıcak basmıştı. İki elimle anahtarı tutup deliğe soktum. Geç kaldım. Yanı başımdaydı. Gözlerimi yerden kaldırıp yüzüne bakamıyordum. Merhaba, dedim. Bunu neden dediğimi bilmiyorum, aslında ona merhaba demek istemiştim. Cevap vermeden gitti yanımdan. Kendimi aptal gibi hissediyorum, eminim o da beni öyle görmüş olmalıydı. Biri onun canını yakmıştı, bense ona merhaba diyordum. Kimse bu durumda biriyle merhabalaşmak istemezdi.

Anahtarı çevirip içeriye girdim. İçeride koku daha yoğundu. Burnumu tişörtümün altına aldım. Koridorda ilerledikçe koku yoğunlaşıyordu. Salondaydım. Her yerde tablolar vardı ve üzerine çizim yapılmamış olan tuvaller kanepenin üzerine yığılmıştı. Tablolarda manzara resmi yoktu, sadece insan yüzü vardı ve her tabloda farklı birileri.

Ürpertim. Koku midemi bulandırdı. Pencereyi açtım. Koltuğun üzerinde ağzı kapatılmamış olan boyaları fark ettim. Kokunun kaynağı bunlar olmalıydı. Kapatmak için kapaklarını aradım fakat etrafta yoktular. Hepsini avuçlayıp pencerenin önün koydum. Sahibinin kızıp kızmaması umurumda değildi. İstediğim tek şey lanet olası kokunun gitmesiydi. Artık nefes almak istiyordum, kendi evimde isem.

Koridorun sonunda karşılıklı iki oda vardı. Sol kapıyı açtım. İçerisi tıpkı salonda olduğu gibi tablolara hapis olmuştu. Buranın ev arkadaşıma ait olduğu açıktı. Diğer odaya girdim. Bomboştu. Yatak örtüsüne hiç dokunulmamıştı. Raflar yalnızlıktan toz tutmuştu. Yokluğumda odama hiç girmemiş olmalıydı. Uzun zamandır yoktum neden odamı kullanma ihtiyacı duymamıştı ki, bunca tabloya rağmen.

Eşyalarımı yerleştirdikten sonra yatağa uzandım. Uyumak istiyordum. Gözlerimi kapattığımda ev sahibinin söylediklerini işittim. "Halan apandis ameliyatı olduğunu söylemişti." Gözlerimi açtım. Halam ne yapamaya çalışıyordu. Neden bu yalanı söylemişti. Gidip bütün gerçekleri ev sahibine anlatmalıyım, daha fazla hayatımda yalan olmasını istemiyorum. Evet, bunu yapmalıyım yoksa yeniden birilerinin kuklası olacağım.

Cesaretimi toparladığım sırada kapı sesini duydum. Eve biri girdi. Ev arkadaşım gelmişti. Yeniden yatağa geçtim. Geldiğini duymamış gibi davranıp uyuma numarası yapacaktım. Ev sahibiyle karşılaştıysa geldiğimden haberdar olmalıydı. Ya benimle tanışmak için odama gelirse. Bu düşünce üzerine küçük adımlarla kapıya doğru gidip kapıyı ses çıkarmamaya dikkat ederek kilitledim. Kapıyı kilitlemem doğru değildi. Açmalıydım, karşısına çıkıp onunla tanışmam gerekiyordu çünkü o benim ev arkadaşım olacaktı. Bu kadar dolay değil, yaşadıklarımdan sonra birine karşı yeniden güven duygusunu hissetmem uzun zaman alacaktı. En iyisi sessiz kalmaktı.

Odanın önünde ayak sesleri işittim. Durdu. Kapı kolunu kavradı. Açmaktan vazgeçip diğer odaya girdi. Soluklandım. Rahatlamıştım. Yatağın üzerine uzanıp stresten tırnaklarımı kemiriyordum. Son serçe parmağıma geldiğimde odasından çıktı. Tırnağım dişlerimin arasında hareketsiz kaldı. Adımları odamdan uzaklaştığında çenem oynamaya başladı, dudaklarımın arasından tırnak dışarıya doğru savruldu. Çakmak sesini işittim, birkaç kez aralıksız olarak. Yemek yapmak için mutfakta olabilirdi ya da canı sigara çekmişti.

 

 Eğer geldiğimden haberdarsa saklanmamın anlamı yoktu. Belki de kapıyı kilitlediğimi duyduğu için gelmemişti yanıma.  Bu olasılığı düşününce kendimden utandım. Kim bilir benim hakkımda neler düşünecekti: Yabani, soğuk, ruhsuz, uzak, ezik, korkak...

Kapının kolunu kavradım, indirmem içim gerekli olan birazcık cesaretti. Sol elim ürküyordu, pantolonumu sıkıyor anahtarı istemiyordu. Terlemişti avuçlarım. Elime anahtarı açması gerektiğini söylüyordum. Beni korkutamazdı, dışarıya çıkacak ve içeridekine artık benimde olduğumu ve boyalarını tablolarını kaldırması gerektiğini söyleyecektim. Evet, bunu yapacaktım. Kimden korkuyordum ki, Mehmet amcaya bile yeri geldiğinde başkaldırmış biriyim, hiç tanımadığım birinden neden bu kadar ürkmüştüm ki.

Odanın dışındaydım. Kapı hala arkamda açıktı, tekrardan içeriye girip yatağın altına da saklanabilirdim. Yatağa doğru baktım bu teklif cazip gelmişti.  Gözlerimi yataktan alıp salona doğru ilerledim. Avuçlarımı sıkıyordum, adrenalin artık tüm hücrelerimdeydi. Salonda yoktu. Üstelik koltuğun üzerine yeni tuvalleri yığmıştı. Boya kokusuna tahammül edemiyordum, bütün tabloları parçalayıp ardından pencereden dışarıya atmak istedim. Salonun kapısını çekip, mutfağa doğru gittim. Yemek kokusu geliyordu. Havadaki boya kokusunu bastırmaya yetmişti soğan.

Kokusundan anladığım kadarıyla tezgahta soğan doğruyordu. Arkasında onu izlediğimi taktığı kulaklarından dolayı fark edememişti.

"Merhaba!" dedim. "Affedersin, duyuyor musun?"

Dinlediği müziğin notalarını işitebiliyordum. Burada olduğumu hissettirmek için omzuna dokundum. Ürperdi. Elindeki bıçağı bana doğru tutmuş, soluklanıyordu.

Kulaklıklarını çıkardı. "Kimsin lan?"

Ellerimle sakin olmasını işaret ettim. "Sakin ol. Ev arkadaşınım."

Güldü. "Kusura bakma ya bir anda çıkınca hırsız sandım seni."

Bıçağı tezgahın üzerine koydu. Ellerini üstündeki önlüğe sürdükten sonra bana uzattı. "Hoş geldin. Aç mısın birazdan yemek hazır olur."

Sıktım. "Sağ ol, aç değilim. Sadece salondaki tabloları ve boyaları toplamanı isteyeceğim. Ev boya fabrikası gibi kokuyor ve bu beni rahatsız ediyor. Artık iki kişi burada yaşayacaksak bunlara dikkat edelim. "

"Tabii, yemekten sonra toplarım geleceğini bilseydim önceden düzenlerdim evi."

"Güzel, bide kimya bölümünü okumuyormuşsunuz bu resimler ne peki, hobi amaçlımı çiziyorsun."

Güldü. "Hayır, kimya okumuyorum. Aslında okumayı geçen yıl sonlandırdım. Görsel sanatlar mezunuyum, şu sıralar serbest çalışıyorum kendi sergimi açacağım da."

"Bana ev arkadaşımla aynı bölümde olduğumuzu söylemiştiler. Demek ki karıştırdılar."

Suratı düştü. Tezgaha dönüp soğanları doğramaya başladı.

"Aslında doğruyu söylemişler. İlk aylarda burada kimya bölümünden bir genç yaşıyordu. Adını çıkaramadım, Serkan mıydı Serhat mıydı neyse... Arkadaşlarıyla eğlenmeye gitmişler eğlence dönüşünde ise bindikleri araba kaza yapmış. Arabadaki herkes öldü. Yazık çocuklara, duyduğumda çok üzüldüm. Hayatlarının başında olacak şey değil. Kader işte ne yaparsın, elinde değil ki."

"Kader," diye mırıldandım. "Adı Sercan mıydı?"

"Ha evet, adı Sercan'dı. Tanıyor musun?"

"Hayır. Neyse uyuyacağım yorgunum."

"İyi uykular sana."

"Bu arada boyalarını pencerenin önüne koydum, arama."

"Fark ettim. Boya kokusu için kusura bakma, bundan sonra daha az kokuyu duyacaksın. Sana bu konuda söz veriyorum."

Odamın kapısını kilitledikten sonra yatağın içine girdim. Sercan'ın ölüm haberini beklemiyordum. Ev arkadaşımın aynı bölümden olduğunu öğrendiğim günden beri kalımda bir tek isim vardı o da Sercan'dı. Oysa şuan o burada yoktu ve ben onun yanımda olmasını istiyorum, bunu neden istiyorum bilmiyorum ama yanımdayken kendimi daha güçlü hissedeceğime inanmıştım. Göğüsüm sıkışıyordu, kaburgalarım kırılacakmışçasına batıyordu ciğerime. Yastığa sarıldım. Sercan bu evde yaşadığı zamanlarda bu oda da mı kalıyordu diye düşündüm. Belki o da burada yatmış aynı yastığa sarılarak hayaller kurmuştu.
 

KUKLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin