Tek kaşımı indirerek tekrar sordum.*Doğru duydunuz.'indirerek' Beak sıradalığın çok ötesinde.*
"Yani hayvanlara dönüşüm geçirterek farklılaşan hücrelerle deney yapıyorlar?"
Başını sallayarak elindeki kızartmadan bir lokma aldı.Bense düşünmeden demiyordum, o yaratıklardan elde edecekleri hücrelerin über insana nasıl bir yararı olabilirdi ki?
"Bir şey soracağım."
İçimdeki kargaşadan sıyrılıp ona baktım.
"Neden hayvanların üstünde yapılıyor bu deneyler?Sonuçta insana nakledilmeyecek mi?"
Gözlerini genişçe açmış merakla bana bakıyordu.Gülümsemeden edemedim.
"Aslında biyolojik açıdan insanlar da birer hayvandır.Mutlaka insan cinsinde de denenecektir ama belli ki hâlâ sağlam olmayan teoriler üstünde çalışılıyor." Çenemdeki ellerimi saçlarıma geçirip çekiştirdim.
"Ahh hiç bir şey anlamıyorum! Her şey o kadar belirsiz ki."
Başımı ona doğru çevirip elindeki tabağa uzandım.Bir tane kızartmayı ağzıma attığımda yemeyi kesmişti.
"Acaba hiç kurtulan oluyor mudur?" Parmaklarımı yalarken mırıldanıyordum."Onları bu hale sokmak için ilaç veriliyor olabilir mi?"
Tüm hayvanların ortak noktalarını düşündüm.Sivrilmiş dişler, kılcal damarlardaki basıncın belli oranda artışı, güçlenmiş kas ve sinir sistemi.Ve bir de renkler vardı.O anda fark ettiğim şeyle Chanyeol'a döndüm.
"Kola da onlardan biri değil mi?!"
Tüm dönüşüm geçiren hayvanların ön ve arka ayakları renk değiştirmişti.Kola'nın mavi tüyleri...Ama nasıl?
"Evet."Başını, adı söylendiği için yanına gelen kediye çevirmişti.Ona soran gözlerle bakıyordum.Neden bana hiçbir şey söylenmiyor?
"Artık gidelim.Bizimkiler merak eder." Bu kadar.
Kola başını onun gömleğine sürerken hırıldıyordu.Onu kaldırıp tüylerinden öperken bu sahneyi inanamayarak izledim.Öyle...Güzeldi ki.Parlak siyah tüylere değen dudaklarında daha önce onda hiç görmediğim şefkatli bir gülümseme oluşmuştu.
"Ben gelemem.Şimdilik." Üstelemek istememiştim.Deminki sorumda gözlerinde oluşan karanlığı görmek içimde garip bir burkulma hissi yaratmıştı.
"Tamam.Yarın gel, biliyorsun Kai..."
Başımı salladıktan sonra arka kapıya doğru yürümeye başlayan Chanyeol'u izledim.Nasıl bu kadar uzundu ki?
"Ah bu arada..."
Bir eli kapının kolundayken bana dönüp gözlerime bakmıştı.
"Bir daha böyle aç kalma tamam mı? Seni bir gün yalnız bırakıyorum, bir hafta hastanede yatıyorsun.Beni endişelendirme."
Hiçbir şey söyleyemeden kapıyı kapatmıştı.Ellerimi yanaklarıma bastırarak sakinleşmeye çalıştım.Allah aşkına neyim vardı böyle? Sadece benim için endişelendiğini söylemişti.Bir arkadaş gibi.Yüzümde oluşan gülümsemeyle çıktığı kapıya baktım.Uzun süredir benim için endişelenecek tek kişi Shi'ydi.Bir arkadaşımın daha olduğu fikri onca şeyin arasında bile beni mutlu etmeye yetiyordu.Annem ve küçük kız kardeşimi uzun süredir görmüyordum.Babam ise... Bir bilim adamıydı.Onu herkes tanırdı.Prof. Doc. Dr. Byun. Yalnızca soyadım yüzünden bile istediğim töleransı alabilirdim.
Bilirsiniz, bir evebeynseniz *Vay be.Evebeyn arkadaşlar.Evet Türkçede böyle bir kelime var ve hayır, neden yazarken kelimelere takıldığımı bilmiyorum.* doğru zamanda doğru yerde olmanız çocuğunuz için en önemli şeydir.Babam hiçbir zaman böyle anlarda yanımda olamamıştı.Ama biliyordum ki tek istediği şey hepimizi buradan çıkaracak olan buluşa imza atmaktı.Onu hiç suçlamamıştım ama şimdi burada olsa gerçekten birçok şey farklı olabilirdi.Neden o kadar uzağa gitmek zorundaydı ki? Onları 3 yıldır bir kere bile görmemiş olmam acımasızca değil miydi?
Başımı sallayarak düşüncelerimden arınmaya çalıştım ve dışarıda beni bekleyen set için hazırlanmaya başladım.Rol yapmaya alışmaya başlıyordum.Yüzümde şeytani bir gülümseme belirirken kapıdan çıkıp saçlarımı geriye attım.'Büyük roller, büyük oyunculara verilir.' Kise'nin söyledikleri aklımda belirip bana özgüven aşılarken önümde uzanan dev laboratuvara baktım.
"Peki söyle bana, hangimiz daha büyüğüz?"Kai
Boynumu gıdıklayan saçlarla yeni bir güne uyanmıştım.Daha ne kadar güzel olabilirdi?Doğrulup onu izlemeye koyuldum.Kyungsoo'nun titreyen kirpiklerine düşen saçları pencereden gelen ışıkla parlıyordu.Yavaşça aldığı nefesler sessiz odada güzel bir tını oluşturuyordu.Çoğu zaman tedbirle çattığı kaşları normal şeklini almış, en masum haliyle gözlerimin önündeydi.O böyle mükemmelken ben büyük ihtimalle Frankenstein'ın yaratıklarına benziyordum.Son birkaç gündür doğru düzgün uyumak şöyle dursun, yemek yeyip konuşabildiğim bile söylenemezdi.Yine de nöbetler belli oranda azalmıştı.
Kıpırdanıp bana daha da yaklaştı.Gözleri aralanırken her bir anını zihnime kazıyordum.Azalmıştı demiştim değil mi? Boşverin onu.
"Nasılsın?"
Hayır, iyileşmek istemiyorum.
"Galiba daha iyiyim."
"Titriyor musun hâlâ?"
Uzanıp ellerime dokundu.Gözleri ışıdarken bana bakıyordu.
Gerçekten istemiyorum.
"Geçmiş!"
Lanet...
"Bir şeyler yemelisin artık."
Gülümseyerek masadaki paketlenmiş yemeklere uzandı.İç çektim.Her rüyanın bir sonu vardır.
"Yemek istemiyorum."
"Yiyeceksin Kai, yoksa seni öldürürüm.Şimdi aç ağzını."
Gülümseyerek söylediği kelimelerin ardındaki gerçeğe yutkunarak karşılık verdim.
Çatala batırdığı biber ve patatesleri ağzıma taşırken onu izliyordum.Ellerinin beni beslediğini görmek gerçekten yaşadığım onca şeye değdiğini hissettiriyordu.
"Öyle bakma."
"Hm? Nasıl?"
Sonra çatalı tabağa bıraktı ve gözlerini kapattı.Onu izlemekten vazgeçmeyerek beklemeye başladım.Merakım giderek artarken gözleri aralanmıştı.
Tarif etmek için doğru kelimeleri seçmeye çalışıyordu zihnim.Öyle bir bakıyordu ki; bulutlu gökyüzünün altındaki çöldeymiş gibi, karların içinde yakılan bir kibritin ısıttığı kadar umutsuzluğun içinde kaybolmuş bir aşkla titreşen ışığa bakar gibi.Dumanın ardından görünen sanrıya bağlanan ümidin kırıntılarını hisseder gibi.
"Kyungsoo."
Gözlerini kırpıştırıp bana odaklandı.
"Ben öyle bakmıyorum."
Kaşları yine çatıldı.
"Aynen böyle bakıyorsun."
"Hasta olan benim ama anlaşılan sen halüsinasyon görüyorsun? Çünkü ben öyle değil, böyle bakıyorum."
Kolunu tutup onu kendime çektiğimde gözleri büyürken bana bakıyordu.Gözlerimi onunkilere sabitleyip her zaman özgürce bakmak istediğim gibi baktım.O benim için endişelendiğinde, her güldüğünde, gözlerini açıp kapattığında, nefes aldığında bakmak istediğim gibi.Yanımda uyandığında o savunmasız haline bakmak istediğim gibi.Her zaman istediğim gibi.
Ben, Kai; Kyungsoo'yu seviyorum.Daha önce hiçbir şeyi sevmediğim gibi.Ama ona söyleyemem.Kaybetmeyi göze almam nasıl mümkün olabilir?
Kahve gözleri dikkatle bana bakarken gözlerimi kısıp, ona yıllardır görüşmediğim bir arkadaşımı tanımaya çalışıyormuş gibi baktım.Nefesini verip koluma bir yumruk attı.
"Ya!"
"Sus.Hakediyorsun."
Gülümseyip onu izledim.Kendini ne sanıyordu Allah aşkına? Ondan o kadar kolay vazgeçebilir miydim ki bakışlarımı anlamaya çalışıyordu? Onaylamaz biçimde başımı sallayıp ağzımı açtım.
"Hiç zannetmiyorum beyefendi."
Tabağı bana uzattığında omuz silkip kollarımı kucağımda birleştirdim.
"Sen yedirmezsen yemem."
"Öyle olsun yabancı.Hele bir iyileş, bak bakalım ben sana nasıl bakıyorum."
Neşeyle lokmalarımı çiğnerken gülümsedim.Onunla olmak... Kesinlikle çektiğim acılara değerdi.*Kendinizi sevin ve sizi böyle güzel yarattığı için Allah'a şükredin.Umarım gününüz güzel geçer sevgili okurlarım. :) *
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Su [Baekyeol]
FanfictionTür:Bilim kurgu.Aksiyon.Romantik Önemli bir not:Zamanınız yoksa başlamamanızda fayda var. Dünya bencilce davrandı. Şimdi bunun cezasını geleceğin insanları çekiyor. Baekhyun...Genç bir bilim adamı Dünyayı kurtaracak formülü bulabilecek mi? Chanyeol...