onu seviyorum

229 44 3
                                    

Slytherin ortak salonunda otururken gözlerim, sessizce kanepenin köşesine oturmuş Regulus Black’e kaydı. Onun her zamanki esrarengiz ve karizmatik duruşu beni kendine çekiyordu. Koyu saçları, gri gözlerinin üzerine düşmüş, sanki tüm dünyanın yükünü omuzlarında taşıyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde. Regulus’un bu hali, Slytherin’deki diğer öğrencilerden oldukça farklıydı; derin, mesafeli ve düşünceliydi.

İçimdeki merak ve endişeyi bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Yanına oturmak için yavaşça ilerledim ve boş olan yere oturdum. Onun yanına geldiğimde, tereddütle sordum: “Oturabilir miyim?”

Regulus başını yavaşça kaldırıp bana baktı. Bakışları bir an mesafeli olsa da, hemen ardından yumuşadı. Başını hafifçe sallayarak oturmama izin verdi. Ortak salonun karanlık ve rahat atmosferi içinde bir süre sessizlik hakimdi. Bu sessizlik, içimdeki düşünceleri daha da yoğunlaştırdı.

“Aklında ne var, Regulus?” diye sordum, sesimde derin bir endişe vardı. Onun yalnızlığını ve mücadelelerini fark ediyordum; dışarıya güçlü bir maske takıyor, ama bu maskenin ardında ne kadar kırılgan olduğunu yalnızca ben görebiliyordum.

Regulus, yavaşça arkasına yaslandı ve gözlerini uzak bir noktaya dikti. İç çekti ve sesini duyurdu: “Aile beklentilerinin ağırlığı... ve kendi seçimlerimin yükü.” Sesinde bir teslimiyet vardı, sanki omuzlarına yüklenen sorumluluklardan asla kaçamayacakmış gibi konuşuyordu.

Bu açıklamayı duyduğumda, içimde derin bir şefkat hissettim. “Bütün bunlarla tek başına başa çıkmak zorunda değilsin,” dedim, samimiyetle. “Bazen korkularımızı ve mücadelelerimizi paylaşmak, yükümüzü hafifletebilir.”

Regulus bana şaşkın bir şekilde baktı, gözlerinde bir alaycılık izlenimi vardı. “Neden umurunda olsun ki?” diye sordu, sanki kimsenin onunla ilgilenmeyeceğini düşünüyormuş gibi.

Bir an düşündüm, sonra güvenle devam ettim: “Dün bana dediğin şeyi hatırlıyor musun?”

Regulus’un kaşları hafifçe çatıldı. “Evet,” dedi.

“Ben de her zaman buradayım, Regulus,” dedim içten bir ses tonuyla.

Regulus, bu sözlerin ağırlığını anlamış gibi iç çekti. “Üzgünüm, Avis. Her şeyi tek başıma omuzlamaya o kadar alıştım ki... Birinin gerçekten benimle ilgileneceğine inanmak zor geliyor.”

Bu içten itirafını duyduğumda, kalbimde bir sıcaklık hissettim. Başımı hafifçe sallayarak gözlerimde şefkatle devam ettim: “Birine açılmak zor olabilir, biliyorum. Ama bazen yardım istemek, güçsüz olduğumuz anlamına gelmez. Aksine, bu cesaret gerektirir.”

Regulus, sözlerimi dinlerken bir süre sessiz kaldı. İçindeki duvarları yıkmaya başlamış gibiydi. Uzun bir sessizlikten sonra, sesi neredeyse fısıltı gibiydi: “Sanırım bu yükü çok uzun zamandır taşıyorum... ve artık boğuluyormuş gibi hissediyorum.”

Gözlerimde cesaretle ona baktım. “Yalnız değilsin, Regulus. Karşına çıkan her şeyle birlikte yüzleşebiliriz.”

Regulus’un yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Dudaklarının köşeleri kıvrıldı, ama gözlerinde hâlâ bir hüzün vardı. Sonra yavaşça elini kaldırdı, yanağıma nazik bir öpücük kondurdu. Bu beklenmedik şefkat hareketi karşısında kalbim hızla atmaya başladı. Vücuduma yayılan sıcaklık, Regulus’un dudaklarının yanağıma dokunuşunu hissettiriyordu. Aramızdaki bu küçük jest, çok şey ifade ediyordu.

Regulus’un eli hala yanağımda dururken, gözlerimiz birbirine kilitlendi. Bu an, iki dünya arasında asılı kalmış gibiydi; sessiz ama yoğun bir bağ oluşmuştu.

Fakat bu büyülü an, bir anda gerçek dünyaya dönüşle bozuldu. “Ah şey... Benim Lily’e gitmem gerekiyor,” dedim, utangaç bir şekilde.

Regulus hafifçe gülümsedi, ama içten içe gitmemi istemiyordu. “Benim de Sirius’a uğramam gerek... Beraber gidelim mi?” diye sordu.

Başımı sallayarak kabul ettim. “Olur.”

Beraber Slytherin ortak salonundan çıkıp Hogwarts’ın büyük koridorlarına adım attık. Serin akşam havası bizi karşıladı. Güneşin son ışıkları gökyüzünü turuncu ve pembe tonlarına boyamıştı. Hogwarts, bir kez daha büyülü bir havaya bürünmüştü.

Regulus, bana dönüp muzipçe gülümsedi. “Biliyorsun, Sirius’un bu gece büyük bir şey planladığını duydum.”

Kaşlarımı kaldırarak ilgiyle ona baktım. “Gerçekten mi? Bu sefer nasıl bir haylazlık peşinde?”

Regulus hafifçe kıkırdadı. “Kimse tam olarak bilmiyor, ama unutulmaz olacağı kesin. Birlikte ona gidelim mi?”

Biraz düşündükten sonra şakacı bir gülümsemeyle başımı salladım. “Pekala, modaya uygun bir şekilde geç kalırsak Lily anlayacaktır.”

Beraber Sirius’un toplanma noktası olan Büyük Göl’e doğru yürüdük. Yolda, Quidditch oynayan, Yasak Orman’ı keşfeden ya da sadece yürüyüş yapan öğrencilerin yanından geçtik. Sirius’un heyecan dolu yüzünü gördüğümüzde, etrafına toplanmış kalabalık bir grup bizi karşıladı.

Sirius, geldiğimizi görünce ellerini açarak bizi selamladı. “İkinizin burada olmasına sevindim! Bu gece unutulmaz olacak. Hazır mısınız?”

Birbirimize bakarak heyecanla cevap verdik: “Kesinlikle!”

Gece ilerledikçe, grup göl etrafında dolaşıp kahkahalarla vakit geçirdi. Ancak bir süre sonra Lily, yanıma yaklaşıp sordu: “Reggie ile aranızda ne oluyor?”

Bir an duraksayıp hafifçe kızardım. “Beni yanağımdan öpmesi dışında mı?” diye itiraf ettim.

Lily’nin gözleri irileşti ve yüksek bir sesle “NE?” diye bağırdı. James, Remus ve Sirius da bu durumu fark ederek yanımıza geldiler.

“Ne demek Regulus seni yanağından öptü?” diye sordu James, biraz endişeyle.

Sirius şakacı bir gülümseme takınarak, “Dostum, hamle yapmaya çalışan tek kişi sen değilsin,” diyerek James’e ve Lily’ye baktı.

Tam bu sırada Regulus, neden kızardığımı fark etti ve şefkatle bana dönerek, “Ateşin mi var?” diye sordu, elini alnıma dokundurmak üzereyken ben aniden geri çekildim ve koşarak oradan uzaklaştım.

Regulus şaşkınlıkla arkasından seslendi, “Avis, bekle! Sorun ne?”

Ama hızla uzaklaşırken, Regulus’un içimde derin bir duyguyu hissettiğini biliyordum: aşık olma korkusu. Ancak bu sadece onun değil, benim de yüzleşmem gereken kendi geçmişimle ilgili bir engeldi.

𝐏𝐇𝐀𝐍𝐓𝐎𝐌 ⸻Regulus Black(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin